25 Mart 2013 Pazartesi

YİNE YENİ YENİDEN: SEÇİM SLOGAN VE STRATEJİLERİ

Seçim sloganları belirli bir dönemi yansıtır mı? Yoksa, siyasi partiler konjonktür gereği daha önce kullanılmış sloganlardan yararlanabilirler mi? Türkiye’de seçim dönemlerinde eski sloganların, daha önce denenmiş seçim stratejilerinin tekrarını görmek çok yabancısı olmadığımız bir uygulama. 

Siyasal iletişim tarihimizin ilk profesyonel seçim kampanyası 1977 genel seçimlerinde yapıldı. İlk kez bu seçimlerde siyasi bir parti seçim kampanyasını profesyonel olarak yürütmesi için bir reklâm ajansı ile anlaşmıştı. Sözü geçen parti Adalet Partisi (AP), ajans Cenajans idi. 1977 seçimlerinin galibi CHP olsa bile, o dönem AP için hazırlanan bu ilk profesyonel seçim kampanyası siyasal iletişim tarihimizi öylesine etkilemiştir ki, o dönem kullanılan bir takım stratejiler günümüzde de seçim kampanyalarında aynen tekrarlanmaktadır. Siyasi partilerin 2007 seçim kampanyaları, bize merkez sağ partilerin eski seçim kampanyalarına bir yolculuk yaşatmaktaydı. Özellikle AKP’nin 2007 seçim kampanyasında kullandığı bir takım stratejiler, bu kampanyaları net bir şekilde hatırlatıyordu.

 Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Merkez Sağ Mirasına Sahip Çıkma Eğilimi


2007 yılında daha seçim kampanyası başlamadan, AKP’nin Demokrat Parti geleneğine ve mirasına sahip çıkmaya çalıştığını gözlemlemek mümkündü. 2007 Cumhurbaşkanlığı krizinde Abdullah Gül’ün 6 Mayıs saat 18h00’de Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilirken yaptığı basın açıklamasını “Söz Milletin sözleriyle bitirmesi, 1950 seçimlerinde Demokrat Partinin kullandığı tarihi Yeter Söz Milletindir sloganını hatırlattı. Daha sonrasında Tayyip Erdoğan’ın da 16 Mayıs 2007’de grup toplantısında yaptığı konuşmasında Menderes örneğini hatırlatarak “Önce yeter, söz milletin süreci başlamıştı, şimdi de yeter, karar milletin diyoruz”[1] demesi, sloganın açıkça kullanıldığının bir deklarasyonuydu. 

AKP bununla da sınırlı kalmamış, kampanya döneminde  “Milletin Adamları” reklâm afişinde de “Onlar Atatürk’le perçinleşen millet sevgisinin simge isimleri. Onlar bu toprağın sesi, vicdanı, atılım ruhu. Onların yüreğinde millet, milletin yüreğinde onlar. Onlar; milletin adamları” metniyle beraber Tayyip Erdoğan’ın portre fotoğrafı Menderes ve Özal ile beraber kullanılmış, böylece Tayyip Erdoğan’ı merkez sağın efsane liderleriyle de özdeşleştirmeye çalışılarak yine bu mirasa sahip çıkılmaya çalışılmıştı.

Demokrat Parti sloganına sahip çıkan ilk parti AKP değildi aslında. Adalet ve Kalkınma Partisi bu sloganı kullanmadan seneler önce, 1999 Genel Seçimlerinde, Doğru Yol Partisi de “Yeter! Hak Milletin!” sloganıyla seçmen karşısına çıkmış ve Demokrat Parti geleneğine gönderme yapmıştı. İki kampanya arasında ortak nokta sadece benzer slogana gönderme yapmaları değil, aynı zamanda her iki kampanyanın da Erol Olçak’ın yönetimindeki Arter Ajans tarafından hazırlanmış olmasıydı.


Adalet ve Kalkınma Partisi Adalet Partisi Stratejisini mi Tekrarlıyor?


Atatürk ile özdeşleşmiş CHP karşısına, CHP’nin bu silahını kırabilmek için, aynı referansa gönderme yapan bir seçim afişi hazırlamıştı Adalet Partisi. “Milletin Efendisine Böyle Hizmet Edilir” sloganıyla başlayan seçim afişi, Adalet Partisi döneminde uygulanan köy ve tarım politikalarıyla köylüye sağlanan kolaylıklardan bahsediyor, afişin alt kısmında, AP ambleminin hemen altında da, koyu harflerle yazılan  “Milletin Efendisinin Hizmetinde” sloganı ile de Mustafa Kemal Atatürk’ün “Köylü Milletin Efendisidir” sözüne gönderme yapıyordu. Yapılan bu gönderme ile Adalet Partisi hem bu bilinen sözün popülaritesinden yararlanmış, hem de aynı izde olduğu izlenimini vererek Atatürk’ü CHP tekelinden çıkartmaya çalışmıştır.


2007 seçim kampanyası süresinde reklâmlarında Atatürk’e açıkça referans veren tek parti Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Sadece “Milletin Adamları” reklâmında Atatürk’ü referans olarak kullanmakla kalmıyor, “Türkiye Tek Millet Tek Bayrak, Tek Vatan Tek Devlet” reklâmında da “Atatürk aziz milletimizin her ferdini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı temelinde birleştirmiştir… Atatürk ilkelerini ve Cumhuriyetimizin değerlerini her türlü gündelik siyasi tartışmanın üzerinde tutarak; ayrıştıran değil birleştiren, milletimizin bütün fertlerini kucaklayan bir mutabakat zemini haline getirmek için çalışıyoruz”  diyerek tıpkı Adalet Partisi'nde olduğu gibi Atatürk’ün mirasına sahip çıktığını göstermeye çalışmış böylece Atatürk CHP tekelinden de çıkarmaya çalışmıştır.
Bunun yani sira, Adalet ve Kalkınma Partisinin 2007 seçimleri boyunca sıkça kullandığı “Bu Memleket Hepimizin” şarkısının sonunda Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınan İstiklal Marşından da dizeler yer almaktaydı:

(Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.                

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:                 

Verme, dünyalarıalsan da, bu cennet vatanı              

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?          

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!                 

Canı, cananı,bütün varımı alsın da Huda,                  

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.)


Mehmet Akif Ersoy da ilk kez kullanılmıyordu bir seçim kampanyasında. Bu da bizim geçmiş seçim kampanyalarında rastladığımız bir seçim stratejisiydi. Yine 1977 seçimleri sırasında, 30 Mayıs 1977 yayınlanan Adalet Partisi seçim ilanında, Mehmet Akif Ersoy’un « Çamlıbel sanki şehir, zabıta yok, rabıta yok /Aksa kan sel gibi bir dindirecek vasıta yok » dizeleri yer almıştı. Böylelikle Adalet ve Kalkınma Partisi yine Adalet Partisi reklâmlarından stratejik bir alıntı daha yapmış oluyordu. 

2007 kampanyası süresince “milliyetçilik” konusunda eleştiri alan Adalet ve Kalkınma Partisi, İstiklal Marşı dizelerine de yer vererek bir anlamda bu eleştirilere karşı çıkmaya çalışmıştı. Diğer bir açıdan da uzun zamandır kampanyasında Nazım Hikmet’in şiirinden alıntılanan “Güzel Günler Göreceğiz” şarkısını kullanan Cumhuriyet Halk Partisi’nin Nazım Hikmet’ine karşılık Mehmet Akif Ersoy ile cevap vererek de siyasi yelpazedeki çizgisinin altını çizmiş oluyordu.


2007 AKP Kampanya Stratejisinde 1989 Anavatan Partisi Kampanya Taktiği

Benzer şekilde, 2007 seçim kampanyasında, Tayyip Erdoğan’ın belediyenin kendi partisine ait olan illerde hükümet ile belediyenin aynı partide olması durumda başarının ne denli artığı örneklerini vermesi, hatta İstanbul’da Cemal Reşit Rey Konser salonunda yaptığı toplu açılış töreninde bunu açıkça belirtmesi de, bizi 1989 yerel seçimlerine ve Anavatan Partisi'nin bu dönemde kullandığı seçim stratejisine götürdü. Bu dönemde, “Eli kolu bağlı bir belediye başkanı ister misiniz?”, “Farklı dilden konuşan bir belediye başkanı ister miydiniz?”, “Makamsız, Mekânsız, İmkânsız, İktidarsız bir belediye başkanı ister miydiniz?” ve “Para para diye düşünen bir belediye başkanı ister miydiniz?” başlıklarıyla yayınladığı dört reklâmda da, Anavatan Partisi belediye başkanı ve hükümetin farklı partilerden olmasının ortaya çıkaracağı zorluklardan bahsedilerek seçmene bir anlamda gözdağı veriyordu.

Peki ya diğer Partiler?

1977 AP’nin seçim kampanyası içindeki “Canım Anacığım” sözleriyle başlayan bir başka reklâmında da “uğursuz kavganın kavgacıları” diye kaleme aldıkları mektup örneği 2007 seçim kampanyasında DP’nin kullandığı Memet’e mektupları anımsatıyordu.

Bazı partiler kampanyalarında bize sloganlarının zamansızlığını göstermek istercesine aynı sloganları kullanmaya devam etmekteler. Örneğin MHP, 1977 seçimlerinde “Ezan inmeyecek, bayrak dinmeyecek” sloganını kullanıp,  tam 30 yıl sonra da bu sefer “Hazır mı?” seçim şarkısında “ezanımız inlesin / diyorsanız MHP/ bayrağımız inmesin /diyorsanız MHP” sözleriyle seçmen karşısına çıkmayı tercih etti.

Cumhuriyet Halk Partisi’nde Durum Farklı Mı?

Benzer slogan ve stratejilerin kullanılması sadece sağ partilere ait bir özellik değil. 1977 seçim kampanyası birçok partiye ilham olmuş olacak ki AP’nin yukarıda bahsettiğimiz Mehmet Akif Ersoy dizeli ilanın alt tarafında Adalet Partisi ambleminin altında gördüğümüz “Seçim için değil, rejim için sandık başına” sloganı da 2007 seçimleri boyunca CHP’nin kullandığı seçim stratejisini hatırlatmaktaydı. Mitinglerinde Deniz Baykal “ 2007 seçimlerinin basit bir seçim değil, aksine bir rejim seçimi” olduğunu vurguluyor, CHP’li siyasetçiler de saha çalışmalarında “rejim” meselesinin altını çiziyorlardı.

İthal Slogan 

Diğer bir örnek, 2009 Yerel Seçimlerinde İstanbul Belediye Başkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kullandığı “Sakin Güç” sloganı 1981 Başkanlık seçimlerinde Mitterrand’ın kullandığı (La Force Tranquille) sloganın Türkçesi olması. Bu bağlamda aslında slogan sadece eski değil aynı zamanda ithaldi. 1991’de seçim kampanyasını hazırlaması için Jacques Séguéla ile anlaşan Anavatan Partisinden sonra CHP de aynı reklâmcıyla işe koyulmasa da aynı reklâmcının bulduğu seçim sloganı ile yola çıkmıştı. Her ne kadar bu slogan Mitterrand’a Fransa’da 5. Cumhuriyet’in ilk sol başkanı seçilmesine olanak sağladı ise de Kılıçdaroğlu sadece oy oranını artırmakla yetinmek zorunda kaldı.

Sonuç:

Görülüyor ki benzer stratejiler, benzer sloganlar kullanmak sadece bir döneme veya bir partiye ait bir özellik değil. Türkiye’de siyaset iletişimi tarihinin çok kısa bir geçmişi olması ve siyasi kampanyaların profesyonelleşmesinin çok yavaş ilerlemesi belki de bu alandaki zayıflığının en temel nedenleri. Geçmiş tecrübeler bize gösteriyor ki, başarı kazanmış slogan veya strateji kullanmak başarı garantisi vermiyor. Önemli olan her dönemin kendine ait konjonktürü, kendine ait dinamikleri olduğunu göz önünde tutarak bu dinamikleri yakalayacak toplumsal okumaları yapabilmekteki başarı.



[1] « Menderes’e Vurgu » ; Milliyet ; 17 mayıs 2007 ; p.18.

14 Mart 2013 Perşembe

“YAKINLIK POLİTİKASI” İŞBAŞINDA... ABD -TÜRKİYE FARK ETMİYOR... SEÇMEN YAKINLIK GÖRMEK İSTİYOR!

"Obama ve Erdoğan'ın Ortak Kampanya Stratejisi: Güçlü Saha Çalışması" başlıklı yazımda geleneksel kampanya yöntemlerinin seçim dönemlerinde artarak kullanılmaya devam ettiğinden bahsetmiştim. Geleneksel yöntemlerin geri dönüş yaşamasının en doğal sonucu, adayların seçmenlerle daha kişisel ilişkiler kurabilmesi ve seçmenle yakınlaşacak aktivitelerin özellikle seçim dönemlerinde hız kazanması olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Siyasal iletişimciler bu geri dönüşün siyasi yansımasına bir isim de verdiler:  “Yakınlık Politikası”(La Politique de Proximité) 

Yakınlık Politikası aslında yeni bir kavram değil; Antik Yunan’da doğrudan demokrasi yönetimi altında uygulanan en basit yöntem. Türkiye’deki seçim ve siyasal iletişim tarihçesine baktığımız zaman da en çok uygulanan propaganda yöntemi olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde son yıllarda artan geleneksel propaganda tekniklerinin seçim kampanyalarında kullanılması ile birlikte bu kavram daha da önem kazandı ve siyasal iletişimin kalbine oturdu.


Seçmen Adayı İle İletişimde Olmak İstiyor!

Seçmenlerle yakınlık kurmak, seçim kampanyalarını bu anlayışın üzerine inşa etmek artık vazgeçilmez bir olgu. Rémi Lefebvre’nin Martine Aubry’nin 2001 Lille Belediye Başkanlık seçim analizlerini yazdığı kitabında “Artık iyi kampanyadan bahsetmek isteniyorsa kişiler arası dialoğun önemini kavrayan, seçmeni dinleyebilen ve yereli hedef alan bir kampanya kurgusundan söz etmek gerekiyor” cümlesi bize Avrupa’da da bu anlayışın aslında bir zamandır oturtulmaya çalışıldığını gösteriyor.

“Yakınlık Politikası” Görünür Olmak Demek Değil!

Siyasal iletişimcilerinin “Yakınlık Politikası” kavramından kastettiği, birebir seçmenlerle birlikte olmayı gerektirdiği için uygulanabilmesinin olmazsa olmaz şartı “saha”da, yani seçmenin olduğu mekanda bulunmak. “Yakınlık Politikası” görünür olmak demek de değil. Seçmenlerin adayı tanıyor olması, kendilerini adaya yakın hissetmeleri anlamına gelmiyor. Seçmenin adayla empati kurabilmesi gerekiyor. Seçmenin derdini dinlemek, özlemlerini anlamak, ihtiyaçlarına cevap verebilmek, birebir diyalog kurarak seçmenle aynı dili konuşabildiğini hissettirebilmek yakınlık politikasının temel ilkeleri...

En Başarılı “Yakınlık Politikası” Uygulaması: Adalet ve Kalkınma Partisi

Doktora tezimde siyasi partilerin 2007 seçim kampanyalarının karşılaştırmalı analizlerini yaparken, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en büyük gücünü sahadan aldığını ve seçmenlerle kurduğu yakın ilişkinin bu başarıda büyük önem taşıdığını savunmuştum.

Yakınlık Politikasının geliştirilmesinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en büyük avantajı saha çalışmasını sürekli yapıyor olması. Diğer partilerin aksine bu çalışmaların sadece seçim dönemlerinde değil, yılın tümüne yayılmış bir şekilde daha sistemli, periyodik ve sürekli olarak yapılıyor olması partiye büyük güç katıyor. Partililerin yaptıkları düzenli ziyaretler, esnaf gezileri, ev ziyaretlerinin temelinde de seçmenlerle yakınlık kurmak ve sonraki dönemlerde de kurulan yakınlığı sürdürmek geliyor. Ziyaretin kurgulanması sırasında farklı seçmen gruplarının empatilerini yakalayabilmek ve yakınlık kurulmasını kolaylaştırabilmek için farklı demografik özelliklere sahip kişilerin gezilere katılmasına özen gösteriliyor. Yani, kadın, erkek, genç, yaşlı vs. gibi.. Yapılan ziyaretlerde karşı tarafa soru sorma ve söz söyleme için geniş bir zaman süreci ayırılması da ziyaretlerdeki başarının bir parçası.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nde Belediye Parti El Ele

Siyasi parti liderleri, seçmenlerle yakınlık politikası geliştirilmesinde etkin bir role sahip. Parti liderini kendisine yakın gören seçmen kurduğu empatiyi, partinin diğer üyelerine/adaylarına da kolaylıkla yansıtabiliyor. Fakat sadece parti liderleri değil elbette. Belediye başkanları da, partinin yereldeki yüzü olması açısından, çok önemli bir role sahipler. Adalet ve Kalkınma Partisi, yerel yönetici faktörünü en etkin kullanan siyasi parti. İl veya ilçenin belediyesi Adalet ve Kalkınma Partisine ait ise, belediye başkanlarının ve yardımcılarının partinin diğer üyeleriyle beraber saha çalışmalarına aktif olarak katılmaları seçmenlerle yakınlık kurulması açısından büyük kolaylık sağlıyor.


Belediye başkanlarının partinin saha çalışmalarına, düzenlediği ziyaretlere katılması çalışmanın içeriğini zenginleştiren bir unsur. Çünkü belediye başkanı ve çalışanları yerel sorunlara en hakim kişiler. Dolayısı ile çalışmanın içeriğinin yerelleştirmesi, hatta belediyenin konuya hakimiyetine göre içeriğin kişiselleştirilmesi, ortak bir çalışma yapıldığı takdirde daha kolay ve elbette daha mümkün.


Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin büyük bir kısmının Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ait olduğunu biliyoruz. Yerel yönetimdeki bu üstünlük, söz konusu  yakınlık politikası geliştirebilmesi olduğunda, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne kıyasla partiye büyük bir avantaj sağladığını söylemek mümkün.
 

Amerikan Seçimlerinde de Durum Farklı Değil!

2012 Amerika Birleşik Devletleri Başkanlık Seçimlerini incelediğimizde, de seçmenle yakınlık kurmanın seçim zaferi kazanmada ne derece önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Seçmen partilileri ve adayları sahada görmek istiyor, tanımak istiyor. Ama en çok Başkan adayını görmek istiyor. Bu gerçeği anlayan kampanya danışmanları, adayları seçmenlerle buluşturacak organizasyonlar düzenliyor. Türkiye’de bu organizasyonlar daha çok “açılışlar” ve “parti mitingleri” kapsamında gerçekleştirilip, liderin aslında birebir seçmenle diyalog içine girmesini engellerken, Amerikan seçimlerinde gördüğümüz, bu etkinliklerin çok daha çeşitli olduğu ve liderin seçmenlerle daha yakın bir diyalog içine girmesine fırsat tanıyacak şekilde organize ediliyor olması.

20 Ocak 2009 - 7 Eylül 2012 arası Başkan Obama’nın en çok ziyaret ettiği eyaletlerde düzenlenen toplam etkinlik sayısı ve burada alınan oy oranlarına bakacak olursak [1]:



Sıra
Eyalet
Toplam Etkinlik Sayısı
Obama Oy Oranı %
Romney Oy Oranı %
1
New York
71
62,6
36
2
California
56
59,3
38,3
3
Florida
46
50
49,1
4
Virginia
46
50,8
47,8
5
Ohio
44
50,1
48,2
6
Illinois
32
57,3
41,1
7
Maryland
31
61,7
36,6
8
Iowa
30
52,1
46,5
9
Pennsylvaniaada
28
52
46,8
10
Teksas
21
41,4
57,2


Obama’nın en çok ziyaret ettiği eyaletler, bu eyaletlerde düzenlenen etkinlik sayısı ve seçim kazanma oranlarına bakacak olursak çarpıcı bir paralellik bulunuyor. Adayın en çok ziyaret ettiği eyaletlerin, aynı zamanda en çok etkinliğin düzenlendiği eyaletler olduğunu görüyoruz. Çünkü artık kampanya danışmanları biliyor ki, adayın eyalet ziyaretinin başarıya ulaşabilmesinin en önemli şartı adayın bulunduğu süre boyunca maksimum seçmenle bir araya getirebilmekten geçiyor. Bu eyaletlerin çoğunun kararsız seçmenlerin yoğunlukta yaşadığı eyaletler olduğunu düşünecek olursak, yakalanan başarı çarpıcı.

Yukarıdaki tabloyu incelediğimizde Barack Obama’nın en çok ziyaret ettiği ilk on eyaletten Teksas haricinde dokuzunda seçimi kazandığını görüyoruz. Elbette, seçim başarısını sadece bir etkene bağlamak mümkün değil ama bu parallelliği de göz önünde tutmamız gerekiyor. Çeşitli ülkelerde yapılan seçim kampanyalarını da incelediğimizde görüyoruz ki liderin seçmenlerle bir araya gelmesi ve seçmenlerle kurulan yakınlık politikası artık kampanyaların vazgeçilmez bir stratejisi...

[1] www.fairvote.org

8 Mart 2013 Cuma

ADI OLMAYAN KADINLARIN ÜLKESİ

Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre kadınlara yönelik cinayet oranı son 7 yılda %1400 artış gösteren ama toplamda sadece 78 sığınma evi bulunan, kadın temsiliyet oranı Afganistan’ın kadın temsiliyet oranının gerisinde olan, sadece 1 kadın bakanı ve 1 kadın valisi bulunan 2013 Türkiye’sinde "8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü" kutlu olsun!
  

8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve ardından çıkan yangın sonrasında çoğu kadın 129 işçi can verdi. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde düzenlenen Sosyalist Enternasyonal'e bağlı kadınlar toplantısında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasına karar verildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Türkiye'de ilk kez 1921 yılında kutlanmaya başlayan "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" 1980 askeri darbesinden sonra dört yıl süreyle kutlanmamış olsa da 1984 yılından itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından kutlanmaya devam ediliyor. 8 Mart kutlanmasına kutlanıyor da Türkiye’de kadın olmak gerçekten ne demek?

Türkiye’de kadın olmak zor... Rakamsal veriler bize maalesef bu konuda ülkemizin gelişmiş Avrupa ülkelerine kıyaslandığında çok geride olduğunu gösteriyor. Kadın örgütleri bu konuda çok mücadele etse de maalesef daha yolun çok başındayız.
1841 yılında kadınlara ilk kez kadı önünde evlenme hakkı verildi ama bugün Hacettepe Üniversitesi’nin Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’na (2008) göre, 18 yaşın altında evlenen kadınların oranı %28’dir. Bu oran bölgeler arası farklılık göstermekle birlikte Doğu ve Güneydoğu’da %40-42’ye çıkmaktadır[1]1870 yılında ilk kadın müdür göreve atandı ama bugün üniversitelerde 105 rektörden sadece 5’i kadın! 5 Aralık 1934’ten bu yana Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkı var. 79 yıldır kadınlar siyasi mevkilere seçilebilmek için engellerle mücadele ediyor.. Bugün mecliste kadın temsiliyet oranı %14,3!

%14,3 temsil oranı ne demek?
Dünya sıralamasında 92. sıradayız demek[2]... Geçen yıl bu oranla dünya sıralamasında 81. sırada olduğumuzu düşünecek olursak gittikçe geriliyoruz demek... %14,3 temsiliyet oranı ile tüm Avrupa ülkelerinin gerisindeyiz demek. Tüm Türki Cumhuriyetlerin gerisindeyiz demek. Azarbaycan’da %16, Türkmenistan’da %16,8, Tacikistan’da %19, Özbekistan’da %22, Kazakistan’da %24Pakistan’ın (%22,5), Libya’nın (%16,5), Fas'ın (%17), Tunus’un (%26,7) Endonezya’nın (%18,6), Etiopya’nın (%27,8) Bangladeş’in (%19,7), Kamboçya’nın (%20,3), Irak’ın (%25,2), Saudi Arabistan’ın (%19,9), Uganda’nın (%35), Birleşik Arap Emirlikleri’nin (%17,5) hatta Afganistan’ın (%27,7) gerisindeyiz demek!

61. Hükümette sadece 1adet kadın bakan bulunuyor! (Toplam 26 Bakan)
TBMM İhtisas Komisyonları Başkanlığı’nda sadece 1 adet kadın başkan bulunuyor (Toplam 17 başkan).

Yerel yönetimlere bakacak olursak sadece 26 kadın belediye başkanı bulunuyor (Toplam 2 bin 924 belediye başkanı).
81 vali arasında sadece 1 adet kadın vali var!
Yargıtay ve Sayıştay’da çalışan kadın sayısı: 0

Sendikaların kadın başkanı veya yönetim kurullarında hiç kadın üye var mı?
DİSK: Yok
TÜRKİŞ: Yok
HAK-İŞ: Yok
KAMU-SEN: Yok
MEMUR-SEN: Yok
KESK: Kadın başkan yok, yönetim kurulunda 1 üye var.

Meslek örgütlerinde kadın temsiliyetine bakacak olursak:
Müstakil Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nde kadın temsiliyeti: %0
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde kadın temsiliyeti: %0
Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nde kadın temsiliyeti: %0
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu'nda kadın temsiliyeti: %0

İstihdam
TÜİK Çalışma Hayatı Verileri’ne göre Türkiye’de kadın istihdam oranı sadece %24, TOBB verilerine göre Türkiye’de toplam 1,3 milyonu bulan girişimcilerin sadece 80.000’i kadındır.

Kadına Yönelik Şiddet
Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre, Türkiye'de kadınlara yönelik cinayet oranı son istatistiklere göre 2002 ile 2009 yılları arasında %1400 artış gösterdi[3]. Oysa ülkemizde toplamda 1729 kapasiteye ulaşan 78 kadın konukevi/sığınmaevi mevcut!

Okur-Yazarlık
Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre okuma-yazma bilemeyenlerin %81,6’sı kadın... (Toplam okuma-yazma bilmeyen kadın sayısı 3.125.244 kadın.)

Yıl: 2013...
Yer: Türkiye Cumhuriyeti...
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’müz kutlu olsun!



[1] Uçan Süpürge Erken Evlilikler/Çocuk Gelinler Politika Notu, 2012
[2] http://www.ipu.org