25 Temmuz 2013 Perşembe

NEDEN OCCUPY WALL STREET EYLEMİNDEKİLER %99, EVDE AKP TARAFINDAN ZOR TUTULAN KİTLE %50 AMA ÇAPULCULAR SADECE BİR AVUÇ ?

2011 yılında Wall Street işgal hareketi başladığında eylemcilerin en yaygın kullandıkları slogan “Biz %99’uz” (We are the %99) sloganı olmuştu. Gezi Parkı Eylemleri başladıktan çok kısa bir süre sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan katıldığı bir televizyon programında “Biz de %50’yi evde zor tutuyoruz” demiş ve işgalcilerin “Bir avuç çapulcu” olduklarını söylemişti. Peki, acaba bu söylemler rastgele seçilen kelimelerden mi oluşuyordu? Yoksa bunlar “ikna taktiklerini” içeren, bilinçli bir şekilde kurgulanan cümleler miydi? Son derece basit gibi gözüken bu söylemlerde kullanılan iletişim tekniği nedir?
 
“İkna” bilimsel olarak incelenen psikolojik bir olgu. Kişilerin eylem ve tutumlarını değiştirmelerine neden olan sürecin psikolojik boyutu sosyal psikologlar tarafından araştırılan bir konu. Aslında birçoğumuzun içgüdüsel veya kişisel tecrübelerimize dayanarak el yordamıyla uyguladığımız bazı ikna tekniklerin altında somut stratejiler yatmakta olduğunu biliyoruz.
Robert Cialdini’nin ikna sürecinin temelinde yatan süreçlerinden birinin sosyal etki olduğunu savunduğu “Influence: Science and Practice” adlı kitabında bu sürecin altı önemli unsurunu anlatıyor. Buna göre aslında bizim ikna etme ve edilme süreçlerimiz birbirimizden pek de farklı değil:
Karşılık (reciprocation), otorite (authority), sözlerimize, tutarlılık (commitment and consistency), kaynağın azlığı/kıtlığı (scarcity), sevmek/beğenmek (liking) ve sosyal kanıt (social proof).  Elbette ikna etme ve edilme sadece bu 6 unsurdan ibaret değil. Aynı zamanda farklı psikolojik faktörleri de içeren çok boyutlu bir araştırma konusu.
Cialdini’ye göre başka insanların davranışları bizim davranışlarımıza referans olabiliyor. Bu referans bilinçaltında “sosyal kanıt” olarak algılanıyor ve bizim de davranışlarımız üzerinde etkili oluyor. “Sosyal Kanıt” çok kısaca diğerlerinin de ne yaptığına bakarak hareketlerimizi yönlendirmek olarak tanımlanabilir. Kişilerin kendilerine sorulduğunda tercihlerini bilinçli yaptıklarını söyleseler de sosyal psikologlar ortaya çıkarttıkları davranış haritaları ile aslında tamamen bireysel bir bilinçten bahsedilmediğini, aksine 3. kişilerin sayısının yüksek olması durumunda etkileşimin daha da kuvvetlendiğini düşünüyorlar. Özellikle tam olarak ne yaptığımızı bilmediğimiz durumlarda üçüncü kişilerin davranışları bizi ciddi anlamda yönlendirebiliyor.
O halde Occupy Wall Street eylemindekilerin “Biz %99’uz” sloganı (We are the 99%) veya  Tayyip Erdoğan’ın evde tuttuğunu söylediği kitlenin %50 olması acaba kişiler üzerinde “sosyal kanıt” etkisi yapması için mi oluşturuldu?
“Sosyal Kanıt’ın gücünü gösterebilmek için öncelikle sosyal psikologların üzerinde çalıştıkları bir takım deneylerden bahsetmek istiyorum. “Yes! 50 Secrets from the Science of Persuasion” kitabında Noah J. Goldstein ve Steve J. Martin ve Robert Cialdini’nin bizzat içinde yer aldıkları birkaç araştırmanın bize değişik bir bakış açısı yakalamamızı sağlayabileceğini düşünüyorum.
İlk deney otellerde banyoda duran, doğayı korumak için havluların ikinci kez kullanılmasını tavsiye eden kartların hangi şartlarda daha çok işe yarayıp yaramadığı üzerine. Odaların bir kısmına “Siz de havlunuzu ikinci kez kullanarak doğanın korunmasına katkıda bulunun” yazılı, diğer bir kısmında da “ Otelde kalan misafirlerimizin büyük bir kısmı en az bir kez havlusunu değiştirmeyerek doğayı korumaya katkıda bulundu. Siz de için onlara katılmaz mısınız?” yazılı kartlar konuluyor.
Yapılan incelemede “Otelde kalan misafirlerimizin büyük bir kısmı...katkıda bulundu” söylemi bulunan odalarda kalan müşterilerin diğer odalarda kalanlara göre %26 daha fazla bu öneriye uyduklarını gözlemlemişler. Çalışmayı daha derinleştirmek isteyen araştırmacılarımız bu sefer üçüncü bir grup odaya “Daha önce bu odada kalan misafirlerimizin büyük bir kısmı en az bir kez havlusunu değiştirmeyerek doğayı korumaya katkıda bulundu. Siz de için onlara katılmaz mısınız?” yazılı kartlar bırakmaya karar vermişler.
 Araştırma sonucunda son kartların konulduğu odada kalan müşterilerin havlularını 2.kez kullanma önerisine uyma oranları %7 daha artmış. Dr. Noah J. Goldstein’a göre insanlar üçüncü kişilerin davranışlarıyla motive oluyorlar. Bu motivasyon üçüncü kişi ne kadar yakınsa o kadar artıyor. Bu durumda otelde kalan müşterilerin çevre koruma programına bir şekilde katıldıklarını bilmek onları  da motive ediyor. Hatta bu kişinin kendi odasında daha önce kalan bir kişi tarafından yapılmış olması empati duygusunu daha da artırıyor ve aynı davranışa yönelmesinde etkili oluyor. Dr. Noah’a göre daha önce uygulanmış bir davranış olması bilinçaltında “sosyal kanıt” olarak algılanıyor ve davranışın kabulünü hızlandırıyor. Diğer bir sebep de insanların varolan davranış normlarına uymak istemesi ve daha önce bu eylemleri yapanlar olduğunu görmek/bilmek kişide bir norm olarak algılanabiliyor.
Arizona “Petrified Forest National Park” da görevliler ağaç dallarının çalındığını fark etmeleri üzerine “Doğal mirasınız bu parktan her yıl 14 ton dal çalınması ile tahrip oluyor” yazılı bir uyarı yazısı asmışlar. Sonuç ilginç: Uyarı yazısı konulduktan sonra parktan çalınan dal sayısında hızlı bir artış olduğunu anlamışlar. Dr. Noah ve ekibi üç farklı tabela yazısı hazırlayarak konunun sosyal kanıt ile olan ilgisini araştırmaya karar vermişler. Bir grup tabelaya “Parkımıza gelen birçok ziyaretçi parktan dal alarak parkın doğal dengesini bozdu” yazısını, diğer bir grup tabelaya “Doğanın dengesini korumak için lütfen dal çalmayınız” yazısını koymuşlar. Kontrol grubu bölgesine de hiç tabela konmamış.
Araştırma sonuçlarına göre en az hırsızlık tabela konulmayan bölgelerde yaşanırken, ziyaretçilerin dal çaldığı söylenen tabela civarından diğer noktalara göre %7.92 daha fazla dal çalındığı görülmüş. Dr. Noah sosyal kanıtın olumsuz olma durumunda da insanlar üzerindeki etkisinin tıpkı olumlu olduğu durumlardaki gibi etki ettiğini söylüyor. Sonuç aynı: Davranışın başkası tarafından da yapıldığını bilmek kendi davranışlarını meşru kılmalarını kolaylaştırıyor.  
Bu araştırmalara bir örnek de Dr. Wes Schultz ve ekibinden geliyor. Dr. Schultz ve ekibi kişilerin çoğunluğun yanında yer alma eğilimleriyle ilgili bir araştırma yapmaya karar verirler. Araştırma için California’ın birkaç mahallesinde oturanların enerji kullanımı üzerinden bir deney yapmaya karar verirler. Deney için seçilen mahallelerde yer alan evlerin tek tek enerji kullanımı göstergesi haftalık olarak not edilir. Yapılan ölçüm sonuçları mahallenin ortalama enerji kullanımı bilgisi ile birlikte evlerin ön kapısına asılır.
 
Yapılan araştırmada birkaç hafta içerisinde haftalık olarak mahalle ortalamasından daha fazla enerji tüketen ailelerin enerji tüketiminde %5.7'lik bir düşüş saptanıyor. Ama asıl ilginç olan mahalle ortalamasından daha az enerji kullananlardaki %8.6'lik artış gözlemlenmesiydi.
Dr Schultz'a göre bu sonucun temel nedeni kişilerin davranışlarını çoğunluğa göre ayarlama isteği oluşturuyor. Tıpkı bir önceki örnekte olduğu gibi verilen mesaj negatif bir sosyal kanıt olsa bile aslında kişiler davranışın olumsuzluğuna değil, yaygınlığına odaklanıyor ve önleme /değiştirme isteği ile kurgulanan strateji aslında istemeden de olsa promosyon görevi görüyor.
 
Bu örneklerden yola çıkarak Wall Street Occupy Eyleminde "Biz %99'uz" sloganı çoğunluğun onlar olduğu mesajının verilmesiyle katılımın artmasına da neden olduğu söylenebilir. Ya da Tayyip Erdoğan’ın   "%50'yi zor tutuyorum" söyleminin ana nedeni seçim sonuçlarını hatırlatmak olsa da aynı zamanda “çoğunluk” mesajı verme gayesinden bahsedilebilir.  Türkiye çapında yapılan AKP mitinglerindeki katılımın abartılarak gösterilmesi veya Gezi Parkı Eylemlerine katılanların sadece "Bir Avuç Çapulcu" olması yine ayni iletişim taktiği çerçevesinde kurgulanmış söylemler olarak bilinçaltına sosyal kanıt referansı olarak gönderme yapıyor olabilir. Amaç çoğunluğun park eylemcileri değil, kendi seçmeni olduğunu göstererek hareketin motivasyonunu değiştirmek.
Gezi Eylemine katılan farklı kesimlerden kişilerle yaptığımız görüşmelerde “arkadaşlarının da eyleme katılıyor olması”  katılımcıların birçoğunun eyleme katılma nedeni olarak gösterdiğini gördük.  Yine katılımcıların birçoğu eyleme katılmalarının en temel nedenlerinden birinin bir gün önce gördükleri (31 Mayıs) kalabalık olduğunu ve kendilerinin de bu kalabalıkta yer alma istekleri olduğunu belirttiler. Gezi Park’ı Eylemlerinin gelişimine bakacak olursak da kalabalıklar artıkça eyleme katılan sayısının arttığını gözlemledik. İstanbul'daki eylemlerin boyutu bu seviyeye çıkmamış olsa, büyük kitlelerin katılımı olmasa idi diğer şehirlere atlama olasılığının düşük olduğu varsayılabilir. O halde televizyon sansürleri sadece haber alma özgürlüğünü kısıtlamakla kalmamış çoğunluğun eylemlerden haberdar olmasını engelleyerek eylemin daha da büyümemesine, başka şehirlere sıçramasına engel olunmasına katkıda bulunmayı amaçlamış olduğunu da söyleyebilir miyiz?
Sosyal psikologlar “sosyal kanıtın” ikna sürecinde çok temel bir yeri olduğu konusunda hem fikirler. Doğru bir şekilde kullanıldığı takdirde, uygulamaya katılan kişi sayısının hızlı bir şekilde artacağına dikkat çekiyorlar. O halde toplumsal olayları araştırırken kullandığımız söylem analizlerinde bu etkiyi de göz önünde bulundurmak görünenin daha derinine inmemizi sağlayacağı şüphesiz. Daha da önemlisi sosyal kanıtın kullanım alanı genişletilebilir. Özellikle siyaset gibi başkalarını etkileme, ikna etme becerilerine ihtiyaç duyulan branşlarda   bilimsel verileri kullanmak çok kısa bir sürede rakiplerin önüne geçilmesinde  etkili olacağını unutmamız gerekir.