2011
yılında Wall Street işgal hareketi başladığında eylemcilerin en yaygın
kullandıkları slogan “Biz %99’uz” (We are the %99) sloganı olmuştu. Gezi Parkı
Eylemleri başladıktan çok kısa bir süre sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
katıldığı bir televizyon programında “Biz de %50’yi evde zor tutuyoruz” demiş ve
işgalcilerin “Bir avuç çapulcu” olduklarını söylemişti. Peki, acaba bu
söylemler rastgele seçilen kelimelerden mi oluşuyordu? Yoksa bunlar “ikna
taktiklerini” içeren, bilinçli bir şekilde kurgulanan cümleler miydi? Son
derece basit gibi gözüken bu söylemlerde kullanılan iletişim tekniği nedir?
“İkna” bilimsel olarak incelenen psikolojik bir
olgu. Kişilerin eylem ve tutumlarını değiştirmelerine neden olan sürecin psikolojik
boyutu sosyal psikologlar tarafından araştırılan bir konu. Aslında birçoğumuzun
içgüdüsel veya kişisel tecrübelerimize dayanarak el yordamıyla uyguladığımız
bazı ikna tekniklerin altında somut stratejiler yatmakta olduğunu biliyoruz.
Robert Cialdini’nin ikna sürecinin temelinde yatan süreçlerinden
birinin sosyal etki olduğunu savunduğu “Influence: Science and Practice” adlı
kitabında bu sürecin altı önemli unsurunu anlatıyor. Buna göre aslında bizim
ikna etme ve edilme süreçlerimiz birbirimizden pek de farklı değil:
Karşılık (reciprocation), otorite (authority), sözlerimize,
tutarlılık (commitment and consistency), kaynağın azlığı/kıtlığı (scarcity),
sevmek/beğenmek (liking) ve sosyal kanıt (social proof). Elbette ikna etme ve edilme sadece bu 6 unsurdan
ibaret değil. Aynı zamanda farklı psikolojik faktörleri de içeren çok boyutlu
bir araştırma konusu.
Cialdini’ye göre başka insanların davranışları bizim
davranışlarımıza referans olabiliyor. Bu referans bilinçaltında “sosyal kanıt”
olarak algılanıyor ve bizim de davranışlarımız üzerinde etkili oluyor. “Sosyal
Kanıt” çok kısaca diğerlerinin de ne yaptığına bakarak hareketlerimizi
yönlendirmek olarak tanımlanabilir. Kişilerin kendilerine sorulduğunda tercihlerini
bilinçli yaptıklarını söyleseler de sosyal psikologlar ortaya çıkarttıkları
davranış haritaları ile aslında tamamen bireysel bir bilinçten
bahsedilmediğini, aksine 3. kişilerin sayısının yüksek olması durumunda etkileşimin
daha da kuvvetlendiğini düşünüyorlar. Özellikle tam olarak ne yaptığımızı
bilmediğimiz durumlarda üçüncü kişilerin davranışları bizi ciddi anlamda yönlendirebiliyor.
O halde Occupy
Wall Street eylemindekilerin “Biz %99’uz” sloganı (We are the 99%) veya Tayyip Erdoğan’ın evde tuttuğunu
söylediği kitlenin %50 olması acaba kişiler üzerinde “sosyal kanıt” etkisi
yapması için mi oluşturuldu?
“Sosyal Kanıt’ın gücünü gösterebilmek için
öncelikle sosyal psikologların üzerinde çalıştıkları bir takım deneylerden
bahsetmek istiyorum. “Yes! 50 Secrets from the Science of Persuasion” kitabında
Noah J. Goldstein ve Steve J. Martin ve Robert Cialdini’nin bizzat içinde yer
aldıkları birkaç araştırmanın bize değişik bir bakış açısı yakalamamızı
sağlayabileceğini düşünüyorum.
İlk deney otellerde banyoda duran, doğayı korumak
için havluların ikinci kez kullanılmasını tavsiye eden kartların hangi
şartlarda daha çok işe yarayıp yaramadığı üzerine. Odaların bir kısmına “Siz de
havlunuzu ikinci kez kullanarak doğanın korunmasına katkıda bulunun” yazılı,
diğer bir kısmında da “ Otelde kalan misafirlerimizin büyük bir kısmı en az bir
kez havlusunu değiştirmeyerek doğayı korumaya katkıda bulundu. Siz de için onlara
katılmaz mısınız?” yazılı kartlar konuluyor.
Yapılan incelemede “Otelde kalan
misafirlerimizin büyük bir kısmı...katkıda bulundu” söylemi bulunan odalarda
kalan müşterilerin diğer odalarda kalanlara göre %26 daha fazla bu öneriye
uyduklarını gözlemlemişler. Çalışmayı daha derinleştirmek isteyen
araştırmacılarımız bu sefer üçüncü bir grup odaya “Daha önce bu odada kalan
misafirlerimizin büyük bir kısmı en az bir kez havlusunu değiştirmeyerek doğayı
korumaya katkıda bulundu. Siz de için onlara katılmaz mısınız?” yazılı kartlar
bırakmaya karar vermişler.
Araştırma sonucunda son kartların konulduğu odada
kalan müşterilerin havlularını 2.kez kullanma önerisine uyma oranları %7 daha
artmış. Dr. Noah J. Goldstein’a göre insanlar üçüncü kişilerin davranışlarıyla
motive oluyorlar. Bu motivasyon üçüncü kişi ne kadar yakınsa o kadar
artıyor. Bu durumda otelde kalan müşterilerin çevre koruma programına bir
şekilde katıldıklarını bilmek onları da
motive ediyor. Hatta bu kişinin kendi odasında daha önce kalan bir kişi
tarafından yapılmış olması empati duygusunu daha da artırıyor ve aynı davranışa
yönelmesinde etkili oluyor. Dr. Noah’a göre daha önce uygulanmış bir davranış olması bilinçaltında “sosyal kanıt” olarak
algılanıyor ve davranışın kabulünü hızlandırıyor. Diğer bir sebep de
insanların varolan davranış normlarına uymak istemesi ve daha önce bu eylemleri
yapanlar olduğunu görmek/bilmek kişide bir norm olarak algılanabiliyor.
Arizona “Petrified Forest National Park” da
görevliler ağaç dallarının çalındığını fark etmeleri üzerine “Doğal mirasınız
bu parktan her yıl 14 ton dal çalınması ile tahrip oluyor” yazılı bir uyarı
yazısı asmışlar. Sonuç ilginç: Uyarı yazısı konulduktan sonra parktan çalınan
dal sayısında hızlı bir artış olduğunu anlamışlar. Dr. Noah ve ekibi üç farklı
tabela yazısı hazırlayarak konunun sosyal kanıt ile olan ilgisini araştırmaya
karar vermişler. Bir grup tabelaya “Parkımıza gelen birçok ziyaretçi parktan
dal alarak parkın doğal dengesini bozdu” yazısını, diğer bir grup tabelaya
“Doğanın dengesini korumak için lütfen dal çalmayınız” yazısını koymuşlar.
Kontrol grubu bölgesine de hiç tabela konmamış.
Araştırma sonuçlarına göre en
az hırsızlık tabela konulmayan bölgelerde yaşanırken, ziyaretçilerin dal çaldığı
söylenen tabela civarından diğer noktalara göre %7.92 daha fazla dal çalındığı
görülmüş. Dr. Noah sosyal kanıtın olumsuz olma durumunda da insanlar üzerindeki
etkisinin tıpkı olumlu olduğu durumlardaki gibi etki ettiğini söylüyor. Sonuç
aynı: Davranışın başkası tarafından da yapıldığını
bilmek kendi davranışlarını meşru kılmalarını kolaylaştırıyor.
Bu araştırmalara bir örnek de Dr. Wes Schultz ve
ekibinden geliyor. Dr. Schultz ve ekibi kişilerin çoğunluğun yanında yer alma
eğilimleriyle ilgili bir araştırma yapmaya karar verirler. Araştırma için
California’ın birkaç mahallesinde oturanların enerji kullanımı üzerinden bir deney yapmaya karar verirler. Deney için seçilen mahallelerde yer alan evlerin tek tek enerji kullanımı göstergesi haftalık olarak not edilir. Yapılan ölçüm sonuçları mahallenin ortalama enerji kullanımı bilgisi ile birlikte evlerin ön kapısına asılır.
Yapılan araştırmada birkaç hafta içerisinde haftalık olarak mahalle ortalamasından daha fazla enerji tüketen ailelerin enerji tüketiminde %5.7'lik bir düşüş saptanıyor. Ama asıl ilginç olan mahalle ortalamasından daha az enerji kullananlardaki %8.6'lik artış gözlemlenmesiydi.
Dr Schultz'a göre bu sonucun temel nedeni kişilerin davranışlarını çoğunluğa göre ayarlama isteği oluşturuyor. Tıpkı bir önceki örnekte olduğu gibi verilen mesaj negatif bir sosyal kanıt olsa bile aslında kişiler davranışın olumsuzluğuna değil, yaygınlığına odaklanıyor ve önleme /değiştirme isteği ile kurgulanan strateji aslında istemeden de olsa promosyon görevi görüyor.
Bu örneklerden yola çıkarak Wall Street Occupy
Eyleminde "Biz %99'uz" sloganı çoğunluğun onlar olduğu mesajının
verilmesiyle katılımın artmasına da neden olduğu söylenebilir. Ya da Tayyip Erdoğan’ın
"%50'yi zor tutuyorum" söyleminin ana nedeni seçim sonuçlarını
hatırlatmak olsa da aynı zamanda “çoğunluk” mesajı verme gayesinden bahsedilebilir. Türkiye çapında
yapılan AKP mitinglerindeki katılımın abartılarak gösterilmesi veya Gezi Parkı
Eylemlerine katılanların sadece "Bir Avuç Çapulcu" olması yine ayni
iletişim taktiği çerçevesinde kurgulanmış söylemler olarak bilinçaltına sosyal
kanıt referansı olarak gönderme yapıyor olabilir. Amaç çoğunluğun park
eylemcileri değil, kendi seçmeni olduğunu göstererek hareketin motivasyonunu
değiştirmek.
Gezi Eylemine katılan farklı kesimlerden kişilerle yaptığımız
görüşmelerde “arkadaşlarının da eyleme katılıyor olması” katılımcıların
birçoğunun eyleme katılma nedeni olarak gösterdiğini gördük. Yine katılımcıların birçoğu eyleme
katılmalarının en temel nedenlerinden birinin bir gün önce gördükleri (31
Mayıs) kalabalık olduğunu ve kendilerinin de bu kalabalıkta yer alma istekleri
olduğunu belirttiler. Gezi Park’ı Eylemlerinin gelişimine bakacak olursak da kalabalıklar
artıkça eyleme katılan sayısının arttığını gözlemledik. İstanbul'daki
eylemlerin boyutu bu seviyeye çıkmamış olsa, büyük kitlelerin katılımı olmasa
idi diğer şehirlere atlama olasılığının düşük olduğu varsayılabilir. O halde televizyon
sansürleri sadece haber alma özgürlüğünü kısıtlamakla kalmamış çoğunluğun
eylemlerden haberdar olmasını engelleyerek eylemin daha da büyümemesine, başka
şehirlere sıçramasına engel olunmasına katkıda bulunmayı amaçlamış olduğunu da söyleyebilir miyiz?
Sosyal psikologlar “sosyal kanıtın” ikna sürecinde çok temel bir yeri olduğu
konusunda hem fikirler. Doğru bir şekilde kullanıldığı takdirde, uygulamaya katılan
kişi sayısının hızlı bir şekilde artacağına dikkat çekiyorlar. O halde
toplumsal olayları araştırırken kullandığımız söylem analizlerinde bu etkiyi de
göz önünde bulundurmak görünenin daha derinine inmemizi sağlayacağı şüphesiz. Daha
da önemlisi sosyal kanıtın kullanım alanı genişletilebilir. Özellikle siyaset
gibi başkalarını etkileme, ikna etme becerilerine ihtiyaç duyulan
branşlarda bilimsel verileri kullanmak
çok kısa bir sürede rakiplerin önüne geçilmesinde etkili olacağını unutmamız gerekir.