Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin
sona ermesi ile birlikte, alınan seçim sonuçları da tartışılmaya başlandı. “Bu
sonuçlar Tayyip Erdoğan’ın başarısı mıydı, yoksa çatı adayının başarısızlığı mı?”
“Çatı adayı doğru bir formül müydü?” “Selahattin Demirtaş’ın oy yükseltme
sebepleri nelerdi?” Bunlar gibi birçok soru kamuoyunda tartışılmaya başlandı.
Kuşkusuz başarılı bir seçim kampanyası
doğru bir strateji üzerine kurgulanmış birbirini tamamlayan /destekleyen bir
iletişim çalışması bütündür. Oldukça uzun bir yazı dizisi çıkabilecek bu konuda
bugün seçim sonrası en çok konuşulan konulardan biri “çatı aday formulü neden
tutmadı?” sorusunu tartışmak istedim.
Çatı Aday Formulü Ölü mü Doğdu?
Ortak çatı adayı, projesi daha
başından itibaren birçok risk içeren bir hamleydi. Partilerin kendi güçlerinden
emin olmadığı anlamına geldiği için seçmen karşısında zayıf bir imaj çizmeleri
ve bu imajın oy verme motivasyonu oluşturamadığı da doğruydu. Farklı partilerin
adayın kampanyasında ne derecede, ne şekilde yer alacağının net olarak belirlenememesinin
yetki karmaşası doğurduğu da aşikardı. Bu nedenle, diğer iki aday partilerinin
tüm örgütlerince sahiplenilmiş ve aksamadan çalışma yapılırken, İhsanoğlu’nun tüm
partilerin adayı olduğu ama hiçbir partinin adayı olamadığı da doğrudur. Ama
bunlar kolayca aşılabilecek sorunlardı. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kazanamamasının
temel nedenleri bunlar değil, çatı adayı olması da değil, konumlandırılmasının
doğru yapılamaması, söylemlerinin doğru oturtulamamasıdır
Adayın Tanınmaması Avantaj Olabilirdi
Kampanyaya başlangıcında
adayın tanınmamasının bir takım dezavantajları oluşturuyordu. Ama adayın tanınmıyor
olması, adayın konumlandırılmasını ve söylemlerini sıfırdan oluşturma imkanı
veriyordu. Demirtaş’ın üzerinde varolan imajını kampanya döneminde ne denli
dönüştürdüğüne bakılacak olursa, sıfırdan bir adayı konumlandırılabilmek bu anlamda
çok daha kolaydı. Kapsamlı bir araştırma ve veri analizi yaparak aday için en
doğru konumlandırma bulunabilir, kampanya söylemleri bu doğrultuda
oluşturulabilir ve adayın çok hızlı bir ivme alması sağlanabilirdi. Oysa,
kampanya süresince İhsanoğlu’nun konumlandırılması doğru yapılamamış, verdiği
mesajlar karışıklık içermiş ve etkili olamamıştır.
Adayın Söyleminin Seçmenle Yakınlık Kurabilmesi
Şarttır.
İhsanoğlu’nun çatı adayı seçilmesinin
en temel etkenlerinden birinin İhsanoğlu’nun da muhafazakar bir insan olması ve
bu özelliği ile AKP seçmeninden de oy alma potansiyeli olduğunun düşünülmesi
olduğu aşikar. Kampanyanın başladığı ilk günden itibaren, adayın
konumlandırılmasında ve söylemlerinde ağırlıklı olarak sağ söylemlere yer
verilmesinin ana nedeni de buydu. Oysa kampanya ekibinin gözden kaçırdığı çok
temel bir nokta vardı: Seçmenlerin Erdoğan’a oy vermesinin tek nedeni dindar
olması değildi. Seçmenlerin gözünde AKP’lileri ve Erdoğan’ı en değerli kılan
unsurlardan biri bir dönemin dışlanan sınıfının bugün iktidar olmasıydı. Toplumsal
dinamikleri doğru analiz etmeden kampanya söylemi oluşturmak hataya götüren
temel nedenlerden biriydi.
Nüfusun coğrafi dağılımına bakacak olursak şehir
nüfusunun giderek artığını ve bu artışı sağlayan özellikle gecekondu nüfusunun
yaşadığı dışlanmışlık hissiyatının sadece dinsel değil, sınıfsal olarak
açıklanabilecek bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, Erdoğan’ın seçim
kampanyalarında seçmene sunduğu dünyanın çıkış noktası sadece muhafazarlık değil,
aynı zamanda “ezilmiş sınıfın iktidarı”
olgusuydu. Din de zaten bu yaşam tarzının ortak referansı olarak karşımıza
çıkıyordu.
Demirtaş’ın kampanyasında da
“sınıf mücadelesi” açıkca görülebilen bir olguydu. Bu söylemlerin seçmende
karşılık bulmasının nedeni sadece Demirtaş’ın hayatının ve hikayesinin uygun
olması değil, “Yeni Yaşam Çağrısı” adını verdiği bildirgesinin çeşitli konu
başlıkları altında “ezilen sınıfların” yanında olacağı anlatılması ve
Demirtaş’ın her fırsatta üstüne basarak net bir şekilde bu konuya vurgu
yapmasından kaynaklanmaktadır.
İhsanoğlu’nun kampanyasındaki
konulandırılması ve söylemleri, bu sınıfın temsiliyetine uzak duruyordu. Muhafazakarlığına
dikkat çekmek için kampanya başlangıç konuşmasına Fatiha suresi ile başlansa da,
Çırağan Sarayı’nda yapılan toplantı sembolik olarak adayı bu sınıflardan
uzaklaştırıyor, hal böyle olunca ”Ekmek için Ekmeleddin” sloganı da populist
bir söylem olarak anlaşılıyor, karşılığını bulamıyordu. Kampanya süresince seçmenle
ortak kültürel kod yaratılmaya çalışılmıyor, din üzerinden bu bağın oluşması sağlanmaya
çalışılıyordu. Bu nedenle basın toplantıları besmele ile açılıyor, her fırsatta
adayın muhafazakarlığına vurgu yapılıyordu. Oysa, seçmenin adaya empati
duyabilmesi için, ortak kültürel noktaları yakalayamaya ihtiyacı vardır. Adayla
ortak bir dünyayı paylaşabileceğini hissetmesi gerekir. Aday geçmişi itibari
ile bu sınıfa dahil olmayabilir. Ama yapılması gereken adayın tüm söylemlerinde
bu sınıfların hassasiyetleri gözönüne alınmalı ve onlara kendilerini rahat
hissedebilecekleri, güvenebilecekleri bir ortam yaratılmalıydı. Oysa, İhsanoğlu’nun söylemleri sınıfsal bir
içerik içermiyordu. Bu sınıfların dertlerine, önceliklerine ilişkin net bir
söylemi yoktu.
Adayın milliyetçilik
tabanı ile ilişki kurabilmesi adına sürekli tekrarlanan Mehmet Akif ile aile
dostluğu, CHP tabanını hoş tutmak adına anlatılan adayın uzun yıllar sürdürdüğü
üst düzey görevler, profesör olması gibi unsurlar, seçmene adayla nasıl farklı
dünyanın insanları olduklarını gösteriyordu tekrar ve tekrar. Anlatılan hayat tamamıyla farklı bir yaşam
tarzıydı ve bu farklılık içinde adayın dindarlığı da ortak bir referans
olamıyor, aday seçmene ulaşmakta zorluk çekiyordu. Tam da bu nedenle
Erdoğan rakibine “monşer” diyor, adayın seçmeni asla anlayamacağına dikkat
çekmek istiyordu. Oysa Erdoğan, her ne kadar artık o sınıfa dahil olmasa da, o
sınıfın kültürel kodları ile yoğurulmuş, o sınıfın dünyasından çıkmış bir
liderdi. O sınıfın hayallerinin gerçekleşmesiydi ve hala söylemlerini bunun
üzerinde kuruyor, kendini “ezilen sınıfın başkaldırısı” olarak konumlandırmaya
devam ediyordu. Tıpkı kendisi için hazırlanan “Dombra” şarkısının sözlerinde
olduğu gibi:
Ezilenlerin gür sesidir o
Suskun dünyanın hür sesidir o
Göründüğü gibi olan
Gücünü milletten alan
Recep Tayyip Erdoğan
Halkın adamı Hak’kın aşığı
O milyonların umut ışığı
Mazlumlara sırdaş olan
Gariplere yoldaş olan
Recep Tayyip Erdoğan
Kullanılan sloganlara
baktığımız zaman da adayların farklı yaklaşımları açık açık
gözlemlenebilmektedir. Erdoğan’ın senelerdir kullandığı “Milletin adamı” “Milli
İrade, Milli Güç” gibi sloganlar da Erdoğan’ın kendisini “seçmenin bir
izdüşümü” olarak konumlandırması stratejisinin bir parçasıdır. Oysa, İhsanoğlu’nun
son aşamada özellikle billboard’larda sıkça kullandığı “Türkiye’nin Gururu”
sloganı İhsanoğlu’nu henüz tam tanıyamamış, kafasında oturtamamış seçmende soru
işareti oluşturmuştur. Ama daha da önemlisi
Erdoğan’ın “millet”, “milli” vurgularının aksine İhsanoğlu’nun kullandığı
“Türkiye’nin Gururu” sloganı daha üst yapıyı işaret ediyor, seçmenden
uzaklaşıyordu.
Sonuç olarak, adayın sadece muhafazakar olması yeterli
değil, geliştirdiği söyleminin kültürel kodlar ve sınıfı itibari ile de
seçmende yakınlık kurabilecek niteliklere sahip olması gerekiyordu. Oysa, İhsanoğlu’nun kampanya süresince kullanılan dini
referanslar adayı CHP seçmeni ile, Mısır’da doğması vs. polemiği MHP seçmeni
ile arasına mesafe koyarken, kültürel kod farklılıkların sürekli vurgulanma
nedeni ile de alt/orta sağ seçmene ulaşılmakta zorluk çekilmiştir.
Seçmenin Gönlünde Genç, Dinamik Lider
Liderin genç, dinamik olması
dünyanın her yerinde seçmenler tarafından ilgi gören bir ayrıcalıktır. Aday ne
kadar dinamikse, seçmenin bilinçaltında o kadar çalışabileceği imajı oluşur.
Dolayısı ile kampanya ekipleri adaylarının her türlü fiziksel özellikleri ile
de üstünlük sağlayabilmek için taktikler geliştirirler. Örneğin, ABD 2008
seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Mc Cain karşısında Obama gençlik kozunu çok
başarılı bir hamle ile kullanmıştır.
Türkiye’de seçmen yaş
ortalamasını dikkate alacak olursak liderin genç yaşı bir önemli avantaj olarak
karşımıza çıkabilir. Bu anlamda Selahattin Demirtaş’ın en genç aday olması,
doğal olarak yaydığı enerji seçmenlerin, özellikle genç seçmenlerin, ilgisini
çekmeyi başardı. Gençlik unsurunun önemini farkeden Erdoğan’ın kampanya ekibi,
gençliğin hemen yan açılımı olan “dinamiklik” üzerine dikkat çekmeye
çalıştılar. Erdoğan’ın zaten gün içi performansı aşikardı. Katıldığı miting
programları vs. ile tempo kaldırabilen, dinamik bir başkan imajı çiziyordu. Ama
ekip bununla da yetinmeyerek Erdoğan’ı futbol maçına çıkararak fiziki
üstünlüğünü göstermeyi başardı. Futbol maçı sadece fiziki performansına değil,
Erdoğan’ın geçmişine de gönderme yaptığı için seçmen tarafından yadırganmayan
bir etkinlikti.
Oysa İhsanoğlu’nun kampanyası bu noktayı tamamen gözardı etmiş
gözüküyordu ki, kampanya süresince hiç bir hamle yapılmadı. Hatta posterlerinde
kullanılan kucağında Ayşe Bebek’le verdiği poz, yaşını iyice belirgin
kılıyordu. Halbuki gençlerin içinde bulunduğu dinamik pozlar kullanılsa, bir
takım etkinlikler düzenlenseydi, en azından adayın tempo kaldırabilen bir lider
olabileceği gösterilebilirdi.
Seçmenin Gönlünde Güçlü, Cesur, Yenilikçi Lider
Erdoğan’ın “Vizyon Belgesi” adı verilen kampanya
söylemi “Yeni Türkiye”, “Değişimin Lideri”, “Milli İrade, Milli Güç”,
“Türkiye’nin Gücüne Güç Katıyorum” gibi bir seri sloganla desteklendi. Sloganların
ortak noktası “cürretkar olmaları” ve “güç” vurgusu yapmalarıydı. Farklı
zamanlarda yaptığımız anket çalışmalarında net olarak gördüğümüz sonuçlardan
biri Türk seçmeninin cürretkarlığı sevmesi, gücü sevmesi ve liderlerinin güçlü
olmasını, büyük vaat vermesini istemeleriydi. Bu anlamda, bir yandan ilk kez
Erdoğan hükümeti döneminde gerçekleşen icraatlerle gelişen Türkiye’den
bahsedilerek Erdoğan’ın yenilikçi
karakterinin altı çiziliyor, bir yandan da daha da gelişme, daha da büyüme ve
daha da güçlenme vurgusu yapılarak cesur ve güçlü lider portresi
pekiştiriliyordu. Yapılan tüm eleştirileri “Komplo”, “Paralel Devlet” olarak tanımlayan
Erdoğan, altını çizdiği Yeni Türkiye söyleminde bu yapılarla savaş ilan ediyor
ve bu yaklaşımıyla da bir güç gösterisinde bulunuyordu.
Demirtaş “Yeni Yaşam Çağrısı”
söylemini ve Demokratik Değişim, Barışçı Türkiye” sloganı ile birleştirdi. Demokrasiyi “Radikal
Demokrasi” olarak tanımlayacak kadar cesur bir çıkış yapan Demirtaş kampanya
süresince “Türkiyelileşme” projesine vurgu yapan, tüm dinsel ve etnik
kimlikleri kucaklayan, LGBT, musevi, Ermeni, alevi vs. gibi azınlılar hakkında
açık açık konuşabilen bir lider portresi çizmiştir. Bu anlamda söylemlerinin
“cüretkar” olduğunu söyleyebiliriz. Daha
önce üstü kapalı olarak bahsedilse, de hiçbir seçim kampanyasında bu kadar açık
bir şekilde bu sınıfların adına vurgu yapıldığı görülmemişti. Bu anlamda hem
cesur, hem de Yeni Yaşam Çağrısı ile yenilikçi bir lider portresi çizmeyi
başarmıştır.
Bir yandan Erdoğan’ın “Büyük
Türkiye Projesi”, diğer yandan Demirtaş’ın “Radikal Demokrasi” önerisi yanında
İhsanoğlu’nun “Sevgi ekmek için, birlik ekmek için, dirlik ekmek için, ekmek
için Ekmeleddin” gibi sloganla çıkış yapması ılıman fakat heyecan yaratmayan,
seçmeni motive etmeyen daha düşük profil kalmıştır. Adayın söylemlerinin net
bir hedef kitlesi olmaması ve kampanya süresince her kesimden oy almak adına
yumuşak geçişler yapması adayı beyefendi göstermiş ama yeterince güçlü
göstermemiştir.
Adayın Mesajlarının Net ve Tutarlı Olması
Kampanya süresince Erdoğan’ın
mesajı açık ve netti. Kendi iktidar süresince Türkiye’nin kattettiği aşamalar
anlatılıyor ve bu başarının büyümesi vaat ediliyordu. Bu kurgu zaten Erdoğan’ın
2007 ve 2011 Genel seçimlerinde de kullandığı, seçmenin alışık olduğu bir
stratejiydi.
Demirtaş “Yeni Yaşam Çağrısı”
adını verdiği söylemini ilkeler üzerinden kurmuş ve demokrasiye, adalete,
barışa, gence, kadına, yeşile karşı bakışını hep bu ilkeler çerçevesinde
açıklayarak tutarlı bir söylem geliştirmeyi başarmıştır. Bildirgesinin çeşitli
konu başlıkları altında yer alan, “Farklılıkların eşit ve gönüllü birlikteliği,
tek mezhepçi olmayan anlayış, adalet, inanç özgürlüğü, barış” gibi düşüncelerinde
de hep aynı ilkeleri savunmuş, vermek istediği mesajın seçmende net olarak
oturmasını sağlamıştır.
İhsanoğlu’nun ortak çatı
adayı olarak oturtmaya çalıştığı söylemde ve vermeye çalıştığı mesajlarda ise bir
karışıklık oluşmuştur. Bir yandan Cumhurbaşkanlığı’nın icra makamı olmadığını
vurgularken diğer yandan “ekmek” vurgusu gündelik yaşam mücadelesine gönderme
yapması siyasi
konumlandırılmasında karışıklık yarattı. Gazetelerde
yayınlanan insert’lerinde 10 maddelik “Ekmel Hoca’nın vizyonunda ne var?”
bölümünün altında hem vatandaşlar arasında yaşanan ayrımcılığın son bulmasından,
özgürlüklerin korunmasından vs. bahsedilirken bir yandan da kredi ve kredi
kartları borçlarını sıfırlamaktan bahsetmesi “Cumhurbaşkanlığı icra makamı
değildir” söylemi ile çakışmış, seçmende karışıklık yaratmıştır.
İhsanoğlu’nun 10 maddelik
vizyon projesini “Ülkemizin tüm mega projelerini, iktidar ve muhalefetin el ele
kutlayacağı, ortak sevinç yaşayacağı bir Türkiye inşa etmek” maddesiyle
bitirmesi kafa karışıklığını iyice artırmıştır. Mega projeler daha once AKP’nin
kampanyalarında da kullandığı en temel söylemlerinden biridir. Yeni Türkiye’de
halihazırda kullandıkları slogan iken Türkiye inşa etmek söylemi İhsanoğlu’nun
kampanya söylemleriyle uyuşmamakla kalmamış, rakibine gönderme yapmıştır. “Birlik,
beraberlik” vurgusu nedeni ile Demirtaş ile çıkış noktalarının benzerlik
göstermesine rağmen Demirtaş’ın söylemlerinin ses getirmesi, İhsanoğlu’nun
getirememesi bu karışıklığın bir sonucur. Bu anlamda kendi adaylarından duymayı
bekledikleri sol söylemleri Demirtaş’tan duyan bir kısım CHP seçmeninin de oy verme motivasyonun düşmesi çok şaşırtıcı
değildir.
“Yorumlayan Toplumlar” isimli
algılama teorileri üzerine yazdığım Fransa’da Editions Universitaires
Européennes Yayınevi'nden basılan kitabımda da bahsettiğim üzere bütünlük
oluşturamayan söylemlerin algı oluşturma ihtimali son derece zordur. Rakiplerinden
farklılaşamayan söylemlerin farkındalık yaratması mümkün değildir.
İhsanoğlu’nun söylemleri bütünlük içermediği ve farklılaşma yakalayamadığı için
seçmene ulaşmamıştır. Tabii kendisini anlatamamasının ve seçmene ulaşamamasının
bir sebebi de daha önceki yazımda da bahsetmişim olduğum adayın hiç miting
yapmamasının ve sadece belirli TV programları ile sınırlı kalmasının da payı
büyüktür. (Bkz. Erdoğan Neden İl İl Gezerek Mitingler Yaptı)
Sonuç olarak, İhsanoğlu’nun seçim sonuçlarının tek
nedeni çatı adayı olması değil, konumlandırılmasının doğru yapılamaması,
söylemlerinin doğru oturtulamamasıdır.
Seçmen eskiden olduğu gibi demografik özellikleri itibariyle büyük bir grubun
parçası değil, bulunduğu sınıfı, düşünce yapısı, davranış modelleriyle daha
küçük grupların parçasıdır. Seçmenlerin düşünme yapısını anlamadan
konumlandırılan adayın seçmene ulaşma imkanı da yoktur. Adayınız kim olursa
olsun, seçmenin homojen bir bütün olarak kabul edildiği, farklılıklarının
gözardı edildiği bir kampanyanın asla başarıya ulaşma şansı yoktur.
--------
*Bu yazı 16 Ağustos 2014 tarihinde T24'te yayınlanmıştır.
http://t24.com.tr/yazarlar/dr-gulfem-saydan/basarisizligin-nedeni-cati-adayi-olmak-degil,9957