24 Ağustos 2014 Pazar

BAŞARISIZLIĞIN NEDENİ ÇATI ADAYI OLMAK DEĞİL


Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sona ermesi ile birlikte, alınan seçim sonuçları da tartışılmaya başlandı. “Bu sonuçlar Tayyip Erdoğan’ın başarısı mıydı, yoksa çatı adayının başarısızlığı mı?” “Çatı adayı doğru bir formül müydü?” “Selahattin Demirtaş’ın oy yükseltme sebepleri nelerdi?” Bunlar gibi birçok soru kamuoyunda tartışılmaya başlandı.

Kuşkusuz başarılı bir seçim kampanyası doğru bir strateji üzerine kurgulanmış birbirini tamamlayan /destekleyen bir iletişim çalışması bütündür. Oldukça uzun bir yazı dizisi çıkabilecek bu konuda bugün seçim sonrası en çok konuşulan konulardan biri “çatı aday formulü neden tutmadı?” sorusunu tartışmak istedim.

Çatı Aday Formulü Ölü mü Doğdu?

Ortak çatı adayı, projesi daha başından itibaren birçok risk içeren bir hamleydi. Partilerin kendi güçlerinden emin olmadığı anlamına geldiği için seçmen karşısında zayıf bir imaj çizmeleri ve bu imajın oy verme motivasyonu oluşturamadığı da doğruydu. Farklı partilerin adayın kampanyasında ne derecede, ne şekilde yer alacağının net olarak belirlenememesinin yetki karmaşası doğurduğu da aşikardı. Bu nedenle, diğer iki aday partilerinin tüm örgütlerince sahiplenilmiş ve aksamadan çalışma yapılırken, İhsanoğlu’nun tüm partilerin adayı olduğu ama hiçbir partinin adayı olamadığı da doğrudur. Ama bunlar kolayca aşılabilecek sorunlardı.  Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kazanamamasının temel nedenleri bunlar değil, çatı adayı olması da değil, konumlandırılmasının doğru yapılamaması, söylemlerinin doğru oturtulamamasıdır

Adayın Tanınmaması Avantaj Olabilirdi

Kampanyaya başlangıcında adayın tanınmamasının bir takım dezavantajları oluşturuyordu. Ama adayın tanınmıyor olması, adayın konumlandırılmasını ve söylemlerini sıfırdan oluşturma imkanı veriyordu. Demirtaş’ın üzerinde varolan imajını kampanya döneminde ne denli dönüştürdüğüne bakılacak olursa, sıfırdan bir adayı konumlandırılabilmek bu anlamda çok daha kolaydı. Kapsamlı bir araştırma ve veri analizi yaparak aday için en doğru konumlandırma bulunabilir, kampanya söylemleri bu doğrultuda oluşturulabilir ve adayın çok hızlı bir ivme alması sağlanabilirdi. Oysa, kampanya süresince İhsanoğlu’nun konumlandırılması doğru yapılamamış, verdiği mesajlar karışıklık içermiş ve etkili olamamıştır.  

Adayın Söyleminin Seçmenle Yakınlık Kurabilmesi Şarttır.

İhsanoğlu’nun çatı adayı seçilmesinin en temel etkenlerinden birinin İhsanoğlu’nun da muhafazakar bir insan olması ve bu özelliği ile AKP seçmeninden de oy alma potansiyeli olduğunun düşünülmesi olduğu aşikar. Kampanyanın başladığı ilk günden itibaren, adayın konumlandırılmasında ve söylemlerinde ağırlıklı olarak sağ söylemlere yer verilmesinin ana nedeni de buydu. Oysa kampanya ekibinin gözden kaçırdığı çok temel bir nokta vardı: Seçmenlerin Erdoğan’a oy vermesinin tek nedeni dindar olması değildi. Seçmenlerin gözünde AKP’lileri ve Erdoğan’ı en değerli kılan unsurlardan biri bir dönemin dışlanan sınıfının bugün iktidar olmasıydı. Toplumsal dinamikleri doğru analiz etmeden kampanya söylemi oluşturmak hataya götüren temel nedenlerden biriydi. 
Nüfusun coğrafi dağılımına bakacak olursak şehir nüfusunun giderek artığını ve bu artışı sağlayan özellikle gecekondu nüfusunun yaşadığı dışlanmışlık hissiyatının sadece dinsel değil, sınıfsal olarak açıklanabilecek bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, Erdoğan’ın seçim kampanyalarında seçmene sunduğu dünyanın çıkış noktası sadece muhafazarlık değil, aynı zamanda “ezilmiş sınıfın iktidarı” olgusuydu. Din de zaten bu yaşam tarzının ortak referansı olarak karşımıza çıkıyordu.

Demirtaş’ın kampanyasında da “sınıf mücadelesi” açıkca görülebilen bir olguydu. Bu söylemlerin seçmende karşılık bulmasının nedeni sadece Demirtaş’ın hayatının ve hikayesinin uygun olması değil, “Yeni Yaşam Çağrısı” adını verdiği bildirgesinin çeşitli konu başlıkları altında “ezilen sınıfların” yanında olacağı anlatılması ve Demirtaş’ın her fırsatta üstüne basarak net bir şekilde bu konuya vurgu yapmasından kaynaklanmaktadır.

 İhsanoğlu’nun kampanyasındaki konulandırılması ve söylemleri, bu sınıfın temsiliyetine uzak duruyordu. Muhafazakarlığına dikkat çekmek için kampanya başlangıç konuşmasına Fatiha suresi ile başlansa da, Çırağan Sarayı’nda yapılan toplantı sembolik olarak adayı bu sınıflardan uzaklaştırıyor, hal böyle olunca ”Ekmek için Ekmeleddin” sloganı da populist bir söylem olarak anlaşılıyor, karşılığını bulamıyordu. Kampanya süresince seçmenle ortak kültürel kod yaratılmaya çalışılmıyor, din üzerinden bu bağın oluşması sağlanmaya çalışılıyordu. Bu nedenle basın toplantıları besmele ile açılıyor, her fırsatta adayın muhafazakarlığına vurgu yapılıyordu. Oysa, seçmenin adaya empati duyabilmesi için, ortak kültürel noktaları yakalayamaya ihtiyacı vardır. Adayla ortak bir dünyayı paylaşabileceğini hissetmesi gerekir. Aday geçmişi itibari ile bu sınıfa dahil olmayabilir. Ama yapılması gereken adayın tüm söylemlerinde bu sınıfların hassasiyetleri gözönüne alınmalı ve onlara kendilerini rahat hissedebilecekleri, güvenebilecekleri bir ortam yaratılmalıydı. Oysa, İhsanoğlu’nun söylemleri sınıfsal bir içerik içermiyordu. Bu sınıfların dertlerine, önceliklerine ilişkin net bir söylemi yoktu.  
Adayın milliyetçilik tabanı ile ilişki kurabilmesi adına sürekli tekrarlanan Mehmet Akif ile aile dostluğu, CHP tabanını hoş tutmak adına anlatılan adayın uzun yıllar sürdürdüğü üst düzey görevler, profesör olması gibi unsurlar, seçmene adayla nasıl farklı dünyanın insanları olduklarını gösteriyordu tekrar ve tekrar. Anlatılan hayat tamamıyla farklı bir yaşam tarzıydı ve bu farklılık içinde adayın dindarlığı da ortak bir referans olamıyor, aday seçmene ulaşmakta zorluk çekiyordu. Tam da bu nedenle Erdoğan rakibine “monşer” diyor, adayın seçmeni asla anlayamacağına dikkat çekmek istiyordu. Oysa Erdoğan, her ne kadar artık o sınıfa dahil olmasa da, o sınıfın kültürel kodları ile yoğurulmuş, o sınıfın dünyasından çıkmış bir liderdi. O sınıfın hayallerinin gerçekleşmesiydi ve hala söylemlerini bunun üzerinde kuruyor, kendini “ezilen sınıfın başkaldırısı” olarak konumlandırmaya devam ediyordu. Tıpkı kendisi için hazırlanan “Dombra” şarkısının sözlerinde olduğu gibi:

Ezilenlerin gür sesidir o
Suskun dünyanın hür sesidir o
Göründüğü gibi olan
Gücünü milletten alan
Recep Tayyip Erdoğan

Halkın adamı Hak’kın aşığı
O milyonların umut ışığı
Mazlumlara sırdaş olan
Gariplere yoldaş olan
Recep Tayyip Erdoğan

Kullanılan sloganlara baktığımız zaman da adayların farklı yaklaşımları açık açık gözlemlenebilmektedir. Erdoğan’ın senelerdir kullandığı “Milletin adamı” “Milli İrade, Milli Güç” gibi sloganlar da Erdoğan’ın kendisini  “seçmenin bir izdüşümü” olarak konumlandırması stratejisinin bir parçasıdır. Oysa, İhsanoğlu’nun son aşamada özellikle billboard’larda sıkça kullandığı “Türkiye’nin Gururu” sloganı İhsanoğlu’nu henüz tam tanıyamamış, kafasında oturtamamış seçmende soru işareti oluşturmuştur.  Ama daha da önemlisi Erdoğan’ın “millet”, “milli” vurgularının aksine İhsanoğlu’nun kullandığı “Türkiye’nin Gururu” sloganı daha üst yapıyı işaret ediyor, seçmenden uzaklaşıyordu.

Sonuç olarak, adayın sadece muhafazakar olması yeterli değil, geliştirdiği söyleminin kültürel kodlar ve sınıfı itibari ile de seçmende yakınlık kurabilecek niteliklere sahip olması gerekiyordu. Oysa, İhsanoğlu’nun kampanya süresince kullanılan dini referanslar adayı CHP seçmeni ile, Mısır’da doğması vs. polemiği MHP seçmeni ile arasına mesafe koyarken, kültürel kod farklılıkların sürekli vurgulanma nedeni ile de alt/orta sağ seçmene ulaşılmakta zorluk çekilmiştir.

Seçmenin Gönlünde Genç, Dinamik Lider

Liderin genç, dinamik olması dünyanın her yerinde seçmenler tarafından ilgi gören bir ayrıcalıktır. Aday ne kadar dinamikse, seçmenin bilinçaltında o kadar çalışabileceği imajı oluşur. Dolayısı ile kampanya ekipleri adaylarının her türlü fiziksel özellikleri ile de üstünlük sağlayabilmek için taktikler geliştirirler. Örneğin, ABD 2008 seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Mc Cain karşısında Obama gençlik kozunu çok başarılı bir hamle ile kullanmıştır.

Türkiye’de seçmen yaş ortalamasını dikkate alacak olursak liderin genç yaşı bir önemli avantaj olarak karşımıza çıkabilir. Bu anlamda Selahattin Demirtaş’ın en genç aday olması, doğal olarak yaydığı enerji seçmenlerin, özellikle genç seçmenlerin, ilgisini çekmeyi başardı. Gençlik unsurunun önemini farkeden Erdoğan’ın kampanya ekibi, gençliğin hemen yan açılımı olan “dinamiklik” üzerine dikkat çekmeye çalıştılar. Erdoğan’ın zaten gün içi performansı aşikardı. Katıldığı miting programları vs. ile tempo kaldırabilen, dinamik bir başkan imajı çiziyordu. Ama ekip bununla da yetinmeyerek Erdoğan’ı futbol maçına çıkararak fiziki üstünlüğünü göstermeyi başardı. Futbol maçı sadece fiziki performansına değil, Erdoğan’ın geçmişine de gönderme yaptığı için seçmen tarafından yadırganmayan bir etkinlikti. 

Oysa İhsanoğlu’nun kampanyası bu noktayı tamamen gözardı etmiş gözüküyordu ki, kampanya süresince hiç bir hamle yapılmadı. Hatta posterlerinde kullanılan kucağında Ayşe Bebek’le verdiği poz, yaşını iyice belirgin kılıyordu. Halbuki gençlerin içinde bulunduğu dinamik pozlar kullanılsa, bir takım etkinlikler düzenlenseydi, en azından adayın tempo kaldırabilen bir lider olabileceği gösterilebilirdi.


Seçmenin Gönlünde Güçlü, Cesur, Yenilikçi Lider

 Erdoğan’ın “Vizyon Belgesi” adı verilen kampanya söylemi “Yeni Türkiye”, “Değişimin Lideri”, “Milli İrade, Milli Güç”, “Türkiye’nin Gücüne Güç Katıyorum” gibi bir seri sloganla desteklendi. Sloganların ortak noktası “cürretkar olmaları” ve “güç” vurgusu yapmalarıydı. Farklı zamanlarda yaptığımız anket çalışmalarında net olarak gördüğümüz sonuçlardan biri Türk seçmeninin cürretkarlığı sevmesi, gücü sevmesi ve liderlerinin güçlü olmasını, büyük vaat vermesini istemeleriydi. Bu anlamda, bir yandan ilk kez Erdoğan hükümeti döneminde gerçekleşen icraatlerle gelişen Türkiye’den bahsedilerek  Erdoğan’ın yenilikçi karakterinin altı çiziliyor, bir yandan da daha da gelişme, daha da büyüme ve daha da güçlenme vurgusu yapılarak cesur ve güçlü lider portresi pekiştiriliyordu. Yapılan tüm eleştirileri  “Komplo”, “Paralel Devlet” olarak tanımlayan Erdoğan, altını çizdiği Yeni Türkiye söyleminde bu yapılarla savaş ilan ediyor ve bu yaklaşımıyla da bir güç gösterisinde bulunuyordu.

Demirtaş “Yeni Yaşam Çağrısı” söylemini ve Demokratik Değişim, Barışçı Türkiye” sloganı  ile birleştirdi. Demokrasiyi “Radikal Demokrasi” olarak tanımlayacak kadar cesur bir çıkış yapan Demirtaş kampanya süresince “Türkiyelileşme” projesine vurgu yapan, tüm dinsel ve etnik kimlikleri kucaklayan, LGBT, musevi, Ermeni, alevi vs. gibi azınlılar hakkında açık açık konuşabilen bir lider portresi çizmiştir. Bu anlamda söylemlerinin “cüretkar” olduğunu söyleyebiliriz.  Daha önce üstü kapalı olarak bahsedilse, de hiçbir seçim kampanyasında bu kadar açık bir şekilde bu sınıfların adına vurgu yapıldığı görülmemişti. Bu anlamda hem cesur, hem de Yeni Yaşam Çağrısı ile yenilikçi bir lider portresi çizmeyi başarmıştır.

Bir yandan Erdoğan’ın “Büyük Türkiye Projesi”, diğer yandan Demirtaş’ın “Radikal Demokrasi” önerisi yanında İhsanoğlu’nun “Sevgi ekmek için, birlik ekmek için, dirlik ekmek için, ekmek için Ekmeleddin” gibi sloganla çıkış yapması ılıman fakat heyecan yaratmayan, seçmeni motive etmeyen daha düşük profil kalmıştır. Adayın söylemlerinin net bir hedef kitlesi olmaması ve kampanya süresince her kesimden oy almak adına yumuşak geçişler yapması adayı beyefendi göstermiş ama yeterince güçlü göstermemiştir.

Adayın Mesajlarının Net ve Tutarlı Olması

Kampanya süresince Erdoğan’ın mesajı açık ve netti. Kendi iktidar süresince Türkiye’nin kattettiği aşamalar anlatılıyor ve bu başarının büyümesi vaat ediliyordu. Bu kurgu zaten Erdoğan’ın 2007 ve 2011 Genel seçimlerinde de kullandığı, seçmenin alışık olduğu bir stratejiydi.

Demirtaş “Yeni Yaşam Çağrısı” adını verdiği söylemini ilkeler üzerinden kurmuş ve demokrasiye, adalete, barışa, gence, kadına, yeşile karşı bakışını hep bu ilkeler çerçevesinde açıklayarak tutarlı bir söylem geliştirmeyi başarmıştır. Bildirgesinin çeşitli konu başlıkları altında yer alan, “Farklılıkların eşit ve gönüllü birlikteliği, tek mezhepçi olmayan anlayış, adalet, inanç özgürlüğü, barış” gibi düşüncelerinde de hep aynı ilkeleri savunmuş, vermek istediği mesajın seçmende net olarak oturmasını sağlamıştır.

İhsanoğlu’nun ortak çatı adayı olarak oturtmaya çalıştığı söylemde ve vermeye çalıştığı mesajlarda ise bir karışıklık oluşmuştur. Bir yandan Cumhurbaşkanlığı’nın icra makamı olmadığını vurgularken diğer yandan “ekmek” vurgusu gündelik yaşam mücadelesine gönderme yapması siyasi konumlandırılmasında karışıklık yarattı. Gazetelerde yayınlanan insert’lerinde 10 maddelik “Ekmel Hoca’nın vizyonunda ne var?” bölümünün altında hem vatandaşlar arasında yaşanan ayrımcılığın son bulmasından, özgürlüklerin korunmasından vs. bahsedilirken bir yandan da kredi ve kredi kartları borçlarını sıfırlamaktan bahsetmesi “Cumhurbaşkanlığı icra makamı değildir” söylemi ile çakışmış, seçmende karışıklık yaratmıştır.  

İhsanoğlu’nun 10 maddelik vizyon projesini “Ülkemizin tüm mega projelerini, iktidar ve muhalefetin el ele kutlayacağı, ortak sevinç yaşayacağı bir Türkiye inşa etmek” maddesiyle bitirmesi kafa karışıklığını iyice artırmıştır. Mega projeler daha once AKP’nin kampanyalarında da kullandığı en temel söylemlerinden biridir. Yeni Türkiye’de halihazırda kullandıkları slogan iken Türkiye inşa etmek söylemi İhsanoğlu’nun kampanya söylemleriyle uyuşmamakla kalmamış, rakibine gönderme yapmıştır. “Birlik, beraberlik” vurgusu nedeni ile Demirtaş ile çıkış noktalarının benzerlik göstermesine rağmen Demirtaş’ın söylemlerinin ses getirmesi, İhsanoğlu’nun getirememesi bu karışıklığın bir sonucur. Bu anlamda kendi adaylarından duymayı bekledikleri sol söylemleri Demirtaş’tan duyan bir kısım CHP seçmeninin  de oy verme motivasyonun düşmesi çok şaşırtıcı değildir.

“Yorumlayan Toplumlar” isimli algılama teorileri üzerine yazdığım Fransa’da Editions Universitaires Européennes Yayınevi'nden basılan kitabımda da bahsettiğim üzere bütünlük oluşturamayan söylemlerin algı oluşturma ihtimali son derece zordur. Rakiplerinden farklılaşamayan söylemlerin farkındalık yaratması mümkün değildir. İhsanoğlu’nun söylemleri bütünlük içermediği ve farklılaşma yakalayamadığı için seçmene ulaşmamıştır. Tabii kendisini anlatamamasının ve seçmene ulaşamamasının bir sebebi de daha önceki yazımda da bahsetmişim olduğum adayın hiç miting yapmamasının ve sadece belirli TV programları ile sınırlı kalmasının da payı büyüktür. (Bkz. Erdoğan Neden İl İl Gezerek Mitingler Yaptı)

Sonuç olarak, İhsanoğlu’nun seçim sonuçlarının tek nedeni çatı adayı olması değil, konumlandırılmasının doğru yapılamaması, söylemlerinin doğru oturtulamamasıdır. Seçmen eskiden olduğu gibi demografik özellikleri itibariyle büyük bir grubun parçası değil, bulunduğu sınıfı, düşünce yapısı, davranış modelleriyle daha küçük grupların parçasıdır. Seçmenlerin düşünme yapısını anlamadan konumlandırılan adayın seçmene ulaşma imkanı da yoktur. Adayınız kim olursa olsun, seçmenin homojen bir bütün olarak kabul edildiği, farklılıklarının gözardı edildiği bir kampanyanın asla başarıya ulaşma şansı yoktur. 
--------
*Bu yazı 16 Ağustos 2014 tarihinde T24'te yayınlanmıştır.  
http://t24.com.tr/yazarlar/dr-gulfem-saydan/basarisizligin-nedeni-cati-adayi-olmak-degil,9957

7 Ağustos 2014 Perşembe

MİTİNG ASLA SADECE MİTİNG DEĞİLDİR!

Diğer adayların aksine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, neden il il gezerek miting yapıyor?


Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turuna sayılı günler kala, adaylar da kampanyalarının sonuna ulaşmak üzereler… Başbakan Recep Tayyip Erdoğan il il sürdürdüğü miting programı ile şimdiden en çok miting yapan aday oldu. Halkların Demokrasi Partisi’nin adayı Selahattin Demirtaş, sayı olarak daha sınırlı olsa da, mitinglerine hızla devam ediyor. Oysa “çatı adayı” Ekmeleddin İhsanoğlu, aldığı karar üzerine hiç miting yapmadığı gibi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de çeşitli illerde yaptığı mitinglere de katılmadı. Peki, günümüzde miting yapmak gerçekten gerekli mi? Bu soruya cevap verebilmek için, mitingin arka planında yatan unsurları anlamak gerekiyor. Çünkü miting sadece miting değildir

Miting sadece miting değildir : Miting bir yakınlaşma politikasıdır.



Son yıllarda farklı iletişim metodları ne kadar gelişmiş olsa da, “Yakınlık Politikası” (La Politique de Proximité) bugün kampanyaların en temel direğini oluşturuyor. Adayların seçmenlerle daha kişisel ilişkiler kurması ve seçmenle yakınlaşacak aktivitelerin özellikle seçim dönemlerinde hız kazandığını tüm seçim kampanyalarında gözlemleyebiliyoruz. Miting, bu anlamda seçmenin adayı çıplak gözle görebilmesi, aynı mekanda bulunabilmesi için önemli bir fırsat oluşturmaktadır. Adayları her ne kadar televizyonlardan görmüş olsalar da, aynı mekanda bulunarak kendi gözleri ile görmesi, seçmenin adayla arasında kurduğu fiziksel yakınlığın bir uzantısı olarak duygusal bir yakınlık da yaratabilmektedir.

Miting sadece miting değildir  Miting söylemleri "yerelleştirme", "kişiselleştirme" aracıdır. 



Kampanyanın başarılı olması için en temel ayaklardan birisi kampanyanın “yerel” ve “kişisel” olmasıdır. Mitingler, her gün TV’den genel ülke politikaları üzerinden konuşan adayların yerel, konulardan bahsederek seçmenin birebir ilgi alanlarına dokunabilme fırsatı sunmaktadır. Bulunduğu ilin futbol takımının atkısının takılması, yöresel kıyafetlerden parça bulundurulması ve bulunduğu ilin diyalekti ile çeşitli söylemler geliştirmesi, adayın söyleminin yerelleşmesine katkıda bulunabiliyor. Örneğin Erdoğan’ın her ilde teker teker o il için yaptıları icraatlerden bahsetmesi, yerelleşme stratejisinin bir parçası olarak gösterebiliriz.

Miting sadece miting değildir  Miting siyasetin gösterileşmesidir. 


Miting öncesi dağıtılan bayraklar, şapkalar vs. de insanları görsel olarak şölene dahil etmek için yapılan hamlelerin bir parçasıdır. Siyaseti gösterileştirmek, gösterileşen siyasete seçmeni dahil etmek ve bu şekilde gösterinin bir parçası olan seçmen ile yakınlık kurmak kampanyanın başarısı için vazgeçilmezdir.

Miting sahnesini bir tiyatro sahnesi gibi düşünmek mümkündür. Özel olarak hazırlanmış sahne, fon, dev ekranlar, bayraklar, flamalar, çalınan şarkılar… Bayram, şenlik havası yaratılması… Bu tiyatro sahnesinde adayın duruşu, sesi, bakışı, jest ve mimikleri de en az konuşmasının içeriği kadar etkileyici bir unsur olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu sahnede abartı yapmak da alışılmadık bir durum değil aslında, mesela geçenlerde Erdoğan’ın mitingde bayılan bir kadın seçmeni ayıltması gibi…

Miting sadece miting değildir:  Miting "gruba dahil olma" aracıdır. 


Miting sahnesi, adaya dinleyiciler ile karşılıklı bir ilişki içine girebilme imkanı tanır.  Şapkasını takan, bayrağını alan dinleyici beraber şarkı söyledikten ve slogan da attıktan sonra artık sahneye çıkan adaya her türlü yakınlaşma ortamı sağlanmış olduğundan, adayın söyleyeceklerini de daha kolay kabul edecek duygusal kıvama gelmiş olur.  Aday konuşması sırasında dinleyicilere slogan attırabilir veya kendi konuşmasının belli bir bölümünü tekrar ettirebilir. Erdoğan’ın  konuşması sırasında sıklıkla kullandığı “Düşünebiliyor musunuz?” sorusu tamamen bu amaca hizmet etmek için kullanılan bir replik. Aday çıkmadan önce çalınan müzikler, tekrarlatılan sloganlar da dinleyiciyi bu diyaloğa dahil etmede etkin bir yöntem. Böylece dinleyiciler pasif durumdan çıkarak, aktif duruma geçiyor veya geçtiğini hissedebiliyor. Ayrıca mitinge geliş/gidiş yolculukları, özellikle sıcak yaz günlerinde güneş altında beraber miting saatini beklemeyle başlayan birliktelik, beraber slogan atma gibi ortak eyleme de dönüştüğünde,  seçmen kısa sureli de olsa  kendisini bir “grubun parçası” olarak hissedebiliyor. Bu hissiyatın uzun vadede bir bağlılık da yaratması oldukça yüksek bir olasılık.

Miting sadece miting değildir:  Miting medyada yer alabilmenin bir yoludur. 


Mitingin en önemli özelliklerinden birisi, medyada yer almak için fırsat yaratması diyebiliriz. TV reklam ücretlerinin yüksekliğini düşünecek olursak, kampanyaların haber bültenlerine yer alması büyük bir avantaj oluşturuyor. Haber bültenlerine konu olabilmek için de miting çok önemli bir fırsat. Medya Takip Merkezi’nin Wall Street Journal Türkiye için derlediği 1-27 Temmuz tarihleri arasında Cumhurbaşkanı Adaylarının medya performansına göre Erdoğan İhsanoğlu’nu gazete ilan sayısında 8’e, TV reklam sürelerindeyse 2,5’a katladı. Demirtaş’ın TV reklamı bulunmuyor.
Oysa, adaylar miting yaptıkları zaman, miting haber değeri taşıdığı için kısa süreli de olsa haber bültenlerine çıkma şansını yakalayabiliyorlar. Örneğin, Selahattin Demirtaş’ın, katıldığı TV programları dışında, çıkan haberlerinin büyük bir kısmını miting programlarının içerdiğini söylemek mümkün. Hatta Demirtaş’ın miting söylemleri ilgi çektikçe, TV programlarına katılımının da arttığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Miting sadece miting değildir : Miting gündem belirleme aracıdır. 


Mitingler liderlerin gündemi belirlemesinde de yardımcı olabiliyor. Mitingde söylediğiniz bir söz/sorduğunuz bir soru/dile getirdiğiniz bir konu önce haber bültenlerine, sonra da tüm medya gündemine düşebiliyor. Ayrıca, liderlerin birbirlerine cevap verebilmesi için de bir platform oluşturuyor. TV programlarında belli bir formata uyması gereken aday, kendi mitinginde dilediği gibi konuşabiliyor, dilediği konuyu gündeme taşıyabiliyor. Erdoğan’ın diğer adayların etnik kimlikleri hakkında yaptığı söylemler nasıl birden gündeme düşüyor ise, diğer adaylardan Selahattin Demirtaş’ın (TV programlarına da çok çıkamadığı için) Erdoğan’a verdiği cevapların temel platformunu da yine mitingler oluşturuyor. Örneğin Erdoğan, İhsanoğlu’nun “İstiklal Marşı” polemiğini tüm Türkiye’ye mitinglerden bir kez daha anlatırken, İhsanoğlu’nun cevabını ancak katıldığı bir TV programında öğrenebiliyoruz. Tabii programı seyrediyor olmamız ve konunun hala sıcaklığını koruyor olması kaydıyla… Oysa, Demirtaş kendisi hakkında yapılan suçlamaları çok daha kısa bir sürede mitinglerinden cevap verebilmeyi başarabildiği gibi, kendisi de Erdoğan’a yönelttiği sorularla bir takım konuların gündemde kalmasını sağlayabilmekte.

Miting sadece miting değildir : Miting sahada söylem oluşturma aracıdır. 


Miting konuşmaları partililerin de sahada söylemini oluşturabiliyor.
Partililerin saha çalışanları yaptıkları ev ziyaretlerinde, toplantılarda çoğunlukla kendi liderlerinin gündeme getirdikleri konular üzerinde durup, sorulan sorulara aynı referanslarla cevap veriyorlar. Dolayısı ile onlar için miting konuşmaları bir kılavuz niteliği de taşıyor. Özellikle AKP’lilerin negatif kampanya yaparken Erdoğan’ın miting repliklerini kullanmaları çok sık rastlanan bir durum. Bu da, verilmek istenen mesajın pekişmesine neden oluyor. Mitingde, TV’de ve saha çalışmalarında aynı mesajı duyan seçmenin kafasında mesaj oturmaya başlıyor.
Erdoğan’ın miting konuşmalarını incelediğimizde temel birkaç konu üzerinde söylem geliştirdiğini söylemek mümkün olacaktır. “Paralel Yapıyla Mücadele”, “İnlerine  gireceğiz”,  “Yeni Türkiye” gibi söylemlerinin halkın diline yerleşmesinde, mitinglerin payı büyüktür. Aynı şekilde televizyona çok az defa çıkabilen Demirtaş’ın “Yeni Yaşam Çağrısı” adını verdiği bildirgesinin çeşitli konu başlıkları altında yer alan, “Farklılıkların eşit ve gönüllü birlikteliği, tek mezhepçi olmayan anlayış, adalet, inanç özgürlüğü, barış” gibi düşüncelerinin temel yayılma alanı mitingler oldu. Daha önce de söylediğimiz gibi mitinglerden yayılan bu söylemler, toplumda ilgi çektikçe de Demirtaş’ın TV programlarına katılımının arttığını söyleyebiliriz. İhsanoğlu’na gelince, söylemlerini her ne kadar TV programlarına katılarak yaymaya çalışsa da TV programlarının formatı gereği belli bir ağırlıkta olduğu için söylemlerine “coşku” getirmekte eksik kalıyor. Ayrıca, kendisini aday gösteren CHP ve MHP liderlerinin kendi mitinglerinde başka söylemler kullanmaları da ortak adayın söyleminin seçmen tarafından içselleştirilme imkanını zayıflatmıştır.

Miting sadece miting değildir Miting partililerin adaya/lidere bağlılığını artıran bir araçtır. 


Kendine benzeyen partililerle ve seçmenlerle aynı ortamda olmak, partililerin de partiye bağlılığını artıran bir unsur olarak karşımıza çıkmakta. Özellikle liderlerin miting sahnesinde partililere teşekkür etmesi, partililer tarafından çok takdir edilmekte ve motivasyonu yükseltmekte. Özellikle Erdoğan’ın miting konuşması öncesinde bulunduğu ilin ilçelerini tek tek sayarak gelen partililere ve seçmenlere teşekkür etmesi büyük ilgi gördüğünü söyleyebiliriz. Bulundukları ilde  çalışma yürüten partililer adaylarının o ile gelmesini kendilerine verilen bir değer olarak algılıyorlar. Bu da hem çalışmalarının yoğunlaşmasına hem de adaya/lidere karşı bağlılılarının artmasında neden olabiliyor.


Miting sadece miting değildir : Miting adayın her türlü üstün özelliğini ortaya koyabilmesinin bir yoludur. 


Nicolas Sarkozy’nin iletişim danışmanı Thierry Saussez’e göre siyasetçinin fiziki performansı seçmenin gözünde üstünlük olarak algılanabiliyor[1]. Mitingler de liderin aktifliğini gösterme açısından önemli bir etken olarak karşımıza çıkabiliyor. Yapılan çalışmalardan yola çıkarak daha çok miting yapan liderin daha “aktif”, daha “enerjik” olarak algılandığını, bu algının da seçmende “daha iyi iş yapabilir” kanaati oluşturduğunu söyleyebiliriz[2]. Bu bakımdan Erdoğan ve Demirtaş’ın iyi performans sergilediğini söylememiz mümkün olacaktır. Erdoğan’ın hastalığı ile ilgili hiçbir konunun gündemem gelmemesinde de bu aktif çalışmasının payı vardır. İhsanoğlu bu konuda diğer iki adayın da gerisinde kalmıştır.

Miting sadece miting değildir Miting güç gösterisidir. 


Seçmenler partileri/adayları sahada çalışırken görmek istiyorlar. Onlara göre parti/aday ne kadar çalışıyorsa kazanmaya o kadar istekli ve bir o kadar da yakın anlamına geliyor. Partiler miting yapılacak sahayı doldurmak için günler öncesinden çalışmaya başlarlar. Sadece süsleme hazırlığı değil, aynı zamanda ulaşım gibi organizasyonlar yaparlar. Bu nedenle sahada normalden daha görünür olurlar. Bunun da önemli bir artısı vardır. Bu vesile ile sahada çalışmış, daha çok seçmene ulaşmış olurlar ve seçmende “kazanmaya istekli parti” algısını oluştururlar.

Mitingin kalabalığı da güç gösterisinin bir boyutudur. Özellikle yerel ölçekte seçmen, partinin gücü ile sahanın kalabalıklığı arasında doğrudan bir bağ kuruyor. En kalabalık mitingi yapan parti, en güçlü parti olarak algılanabiliyor. Kalabalığı gören seçmen etkileniyor. “Bandwagon etkisi” diyebileceğimiz “Çoğunluğun yanında yer alma” duygusu devreye giriyor.  Böylece mitingler güçlüden ve kalabalıktan  yana olmayı seven Türk seçmeni üzerinde bu algıyı oluşturmak yönünde çok başarılı bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Erdoğan’ın hemen her seçimde seçimden bir hafta önce yaptığı İstanbul mitinglerinin temel amacı bu güç gösterisidir.

----------

Sonuç olarak, bu çerçeveden baktığımızda Erdoğan’ın neden sürekli miting yaptığını ve miting yaparak ne kadar başarılı bir strateji izlediğini anlamamız mümkündür.


2013 yılında Fransa’da A.N.R.T Yayınevi tarafından basılan “Türkiye’de Seçim Kampanyaları” isimli kitabımda da bahsettiğim gibi iletişim araçları ne kadar farklılaşmış, yeni uygulamalar kampanya çalışmalarına ne kadar girmiş olursa olsun, seçim zaferi, yeni uygulamaları geleneksel yönetemlerle birleştirmeyi başaran kampanyalarındır.

Sosyal medya ve her tür iletişim teknolojisinin en başarılı kullanımlarını gördüğümüz Amerikan seçim kampanyalarında dahi ‘aday-seçmen’ ilişkilerin ne derece önem verildiğini gözlemlememiz mümkün.
Hatırlatmak gerekirse, Obama’nın en çok ziyaret ettiği eyaletler ve bu eyaletlerde düzenlenen etkinlik sayısına ile seçim kazanma oranları çarpıcı derecede paraleldir.

Sonuç olarak, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de miting yapmanın ve il ziyaretlerinde bulunmanın doğru bir kampanya stratejisi olduğunu söylememiz mümkün. Bu yaklaşımdan yola çıkacak olursak seçim döneminde en çok miting yapan ve bu vesile ile en çok ile ziyarette bulunan Başbakan Erdoğan’ın kampanya stratejisinin doğru planlandığını ve  bu anlamda rakiplerinden öne geçtiğini söylememiz de mümkündür. Başta da söylediğimiz gibi miting sadece miting değildir. Miting seçim kazanmanın en temel ayaklarından biridir!  




[1] Saussez T., “Le Style Réinvente la Politique”, Paris, Presses de la Renaissance, 2004.
[2] Saydan Sanver G., “La Communication Electorale en Turquie”, Paris, A.N.R.T., 2013.