6 Ağustos 2015 Perşembe

AKP ERKEN SEÇİMİ GÖZE ALABİLİR Mİ?*

7 Haziran seçimlerinin sonuçlarının alındığı an itibari ile konuşulan temel konu koalisyon ihtimalleri ve tabii erken seçim olasılığı. AKP (21 Temmuz) CHP ile 2. tur öncesi ön görüşme yaptı.  Görüşme sonrası yapılan açıklamalarda çizilen yol haritası açıklandı.
Görüşmelerin tamamlanmasının 10-15 günlük bir süreç olacağını da belirten Ömer Çelik, mutabık olunduğu takdirde, genel başkanlara sunum yapılacağını da belirtti. Çelik’in “Mutabık olunduğu takdirde” ifadesi ile genel başkanların üzerinden bir süreliğine de olsa spotların uzaklaşmasını sağlayarak dikkatleri parti heyetlerine çekmiş olacağı aşikar. Bu sayede, ilk aşamada anlaşmazlık olması durumunda sadece genel başkanlar değil, parti heyetleri de sorumluluk paylaşmış olacak gibi gözükse de süreç boyunca liderlerin kontrolünde ayrıntılara inileceğinin, istikşafi görüşmelerde tıkanma yaşanması halinde de liderlerin devreye gireceği üzerinde anlaşılması da koalisyonun ana aktörünün parti liderleri olacağını bize gösteriyor.
Meclis Başkanlığı seçimleri sırasında MHP’nin aldığı net tavır AKP’nin koalisyon pazarlıkları sürecinde elini kuvvetlendiren nedenlerden biri olduğunu biliyoruz. HDP’nin dahil olduğu her türlü oluşuma karşı çıkan MHP, bu tutumu ile erken seçim istemeyen partileri AKP ile koalisyona mecbur bıraktı. CHP koalisyon ilkelerini 14 maddede özetleyerek AKP ile koalisyon heyetlerin kurulması fikrinde hem fikir olurken, HDP’nin de erken seçime gitmeden AKP ile son görüşme talebi olduğunu biliyoruz.
Ömer Çelik bugün yaptığı açıklamada “Bir hükümet ortaklığını gerçekleşmesi de erken seçim ihtimali de yarı yarıyadır” açıklaması ile erken seçim olasılığının da altını çizmeyi ihmal etmedi.  Erken seçim ihtimalleri AKP’nin pazarlık gücünü artırmak için yaptığı bir manevra mı yoksa koalisyon ilkelerinde anlaşamayarak erken seçime gitme riskini göze alabilir mi?

İlk Başarı: Meclis Başkanı

1 Temmuz günü sona eren meclis başkanlığı seçiminin AKP’nin kazanmasını şüphesiz ki AKP açısından büyük bir başarı olarak değerlendirebiliriz. Bu başarının tek nedeni sadece meclis Başkanını kendi partisinden seçilmiş olması da değil. Meclis Başkanlığı seçimlerini kazanması AK Parti açısından büyük bir algı yönetimi operasyonun ilk ayaklarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
Seçim gecesinden itibaren toplumun % 60’ının desteğini kaybettiği söylemleri AKP’yi ilk kez “yenilgi” olgusu ile karşı karşıya getirmişti. “Yenilgi” 2002 seçimlerinden itibaren tek başına iktidar olan ve her seçimi kazanmayı başaran parti yönetimi için de, oy veren seçmeni için de alışık olmadıkları, yeni bir olguydu. “Kazanan parti” algısını alışkanlık haline getiren AKP’nin bu algısının yıkılma emaresiydi. Dokunulmaz olanın dokunulabileceği anlamına geliyordu.
Sebebi ne olursa olsun, kampanya başlangıcında kendi koydukları hedefin yüksekliğine ulaşamamaları da olsa, oy oranlarında yaşanan düşme veya ilk kez tek başına iktidarı kaybetmesi de olsa AKP ilk kez bir seçimden “başarısızlık”, “yenilgi” gibi farklı algılarla çıktı. Bu nedenle özellikle kazanan adaya, partiye oy vermeyi seven seçmen nezdinde partinin bundan sonra atacağı adımlar çok önemliydi.
Meclis Başkanlığı seçimleri bu açıdan çok kritik bir dönemde kazanılmış büyük bir başarıdır. Partisinin artık tamamen bağımsız değil, kaderinin diğer partilerle de bağlantılı olduğunu düşünmeye başlayan seçmenine %60’ın karşısında da kazanacakları göstermeleri açısından büyük bir önem taşımaktadır. %40’ın %60 karşısında aldığı bu ilk başarı seçmen nezdinde AKP’yi avantajlı bir duruma getirdiğini söyleyebiliriz.
Meclis Başkanı'nın seçilme şekli de bu başarı açısından önemlidir. Seçim öncesi çeşitli internet sitelerinde, sosyal medyada AKP’nin çeşitli strateji oyunları ile başkanlığı kazanmayı planladığı yazılsa da AKP’ye başarısını kazandıran temel neden muhalefet partilerinin birleşememesi olmuştur. Sadece kendi adaylarını destekleyen AKP son turda meclis başkanlığını kazanmıştır. Bu duruş ilerleyen günlerde ve bir sonraki seçimde AKP söylemi ve seçmen algısını yönetme açısından da önemli olacaktır. Erdoğan’ın ilk kez 2009 Yerel seçimleri esnasında kullandığı, 2015 Genel seçimlerinde de sık sık kullandığı “beraber koyun güdememe” metaforunu muhalefet partileri terse çevirme şansını kaybetmişlerdir. Bir araya gelemeyen muhalefet %60’ına sahip olsa bile meclis başkanlığını kaptırmış, AKP’ye oy veren seçmen de ne olursa olsun “kazanan” bir AKP görmüştür.

Koalisyon görüşme heyetleri

AKP, MHP ile görüşmelere MHP ile diyalog kurabileceğine inanılan Mahir Ünal ve Haluk İpek’i dahil etti. Mahir Ünal 2004 seçimlerinden itibaren AKP seçim kampanyalarında strateji ekibinde de yer alan isimlerden de biri. MHP’li Murat Başesgioğlu, Durmuş Yılmaz, Ekmeleddin İhsanoğlu gibi isimlerin AKP kadroları tarafından yakın görüleceği aşikar olmasına rağmen MHP’nin görüşmelerde bu isimlere yer vermemesi, aksine Oktay Vural gibi AKP karşıtı görüşleri ile ön planda olan isimleri dahil etmesi görüşmelerde takınacağı tavrın belirtisiydi. Aslında iki partinin tabalarının da birbirine daha yakın olması başlangıçta bu koalisyon ihtimalini yükseltmesine rağmen, MHP’nin HDP’yi yok hükmünde görmesi ve çözüm süreci konusundaki net sert tavrı bu koalisyon üzerindeki en büyük engeller arasında. MHP’nin kampanya dönemindeki AKP karşıtı söylemlerinin yerini bile CHP ve HDP karşıtlığı almış durumda.
Koalisyon görüşme heyeti şifrelerine baktığımızda CHP’nin ilk koalisyon görüşmelerine ekonomi bürokrasisinde görevler üstlenen Faik Öztrak, Maliye Bakanlığı geçmişi olan  Akif Hamzaçebi, CHP'nin ekonomik vaatlerinin hazırlanmasında önemli rol üstlenene Selin Sayek Böke gibi ekonomi kurmayları ağırlıklı bir kadroyla girmesi aslında gelecek dönemde yapmak istedikleri ile ilgili bize bir mesaj veriyordu. Tıpkı HDP’nin AKP görüşme heyetini İmralı heyetindeki isimlerle karşılaması gibi.
AKP’nin CHP ile yaptığı ilk görüşmede iktisat profesörü Numan Kurtulmuş ve  Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz gibi isimlerin yanı sıra bir ara Murat Karayalçın başkanlığındaki SHP’nin İstanbul il başkanlığı yapan Ayşenur Bahçekapılı’nın bulunması da partilerin ortak nokta arama eğilimi olarak algılanabilir. Burada atlanmaması gereken önemli bir nokta da AKP’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Ankara Milletvekili Mücahit Aslan’ı görüşme heyetine dahil edilmesi ve yine AKP heyetinin öncü ismi Ömer Çelik’in AKP kuruluşundan itibaren Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi ve Erdoğan’a yakınlığı ile de bilinen bir isim olması. Nitekim Çelik’in 2. ön görüşme sonrası yaptığı “Öncelikle siyasi meseleler, sonraya ekonomik meseleler bırakılacak. Her birimizin konu başlıkları var. Örneğin yargıdan bahsediyoruz, biz ne mana yüklüyoruz, onlar ne mana yüklüyorlar.” açıklamaları bize koalisyon görüşmelerinin sadece Davutoğlu- Kılıçdaroğlu değil, Erdoğan onayından da geçeceğini net bir şekilde gösteriyor.

Kurultay arifesinde koalisyon

AKP ve CHP’nin kurultay arifesinde olmaları da koalisyon ihtimallerini değerlendirirken atlanmaması gereken bir nokta. Abdullah Gül’ün ve AKP’deki bir çok 3 dönemlik siyasetçinin yaklaşan kurultay ile farklı roller üstlenebileceği yüksek bir olasılık. Dolayısı ile Davutoğlu’nun hükümette olması parti içerisindeki gücünü devam ettirebilmesi açısından büyük bir önem taşıyor. CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun da  yaklaşan kurultaya hükümet ortağı olarak girip girmeyecek olması kurultay dengeleri açısından yadsınamayacak bir önem taşıyor. Unutmamak gerekiyor ki, Davutoğlu partisini ilk kez tek başına iktidara getiremeyen bir lider, Kılıçdaroğlu da partisini iktidara taşıyamamış bir lider olarak parti tabanlarına bir başarı algısı oluşturmak durumundalar.
Nitekim, 2015 seçim sonuç değerlendirmelerini hatırlayacak olursak, Davutoğlu oy oranları ne olursa olsun seçimi birinci bitiren parti olduğu için kendini başarılı ilan etmişti. Erdoğan’ın parti üzerindeki etkisinin yadsınamaz olduğunu düşünecek olursak, koalisyon hükümetine çok da sıcak bakmadığını bildiğimiz Erdoğan’a rağmen kuracağı bir koalisyon Davutoğlu’na kendini parti tabanına karşı da ispat etme şansı verecektir.

Oy dağılımlarının bize gösterdiği

Konda’nın 18 Haziran’da seçim sonrası yayınladığı değerlendirme raporuna göre AKP hâlâ Türkiye geneline en dengeli yayılmış parti olarak devam ediyor ve CHP ve MHP, farklı yerleşim türlerinin ayrımında farklı uçları hâlâ temsil ediyor. Diğer bir deyişle CHP daha büyük yerleşimlerde, MHP ise daha küçük yerleşimlerde temsil edilmeye devam ediyor. Öyle ki, AKP ülke genelindeki 970 ilçenin 181’inde yüzde 60’ın üzerinde oy alırken, sadece 41 ilçede yüzde 10’un altında oy almıştır. CHP 970 ilçenin sadece 7’sinde yüzde 60’ın üzerinde, 262 ilçede ise yüzde 10’un altında oy almıştır. MHP  970 ilçenin hiçbirinde yüzde 60’ın üzerine oy alamamıştır ve 188 ilçede yüzde 10’un altında oy almıştır. HDP ise 970 ilçenin 88’inde yüzde 60’ın üzerinde oy almıştır ve 743’ünde yüzde 10’un üstünde oy alamamıştır.
Yine Konda’nın araştırmasına göre AKP’den kayan oylar önceki seçimde oy vermemiş olan seçmenin oyları oldu. AKP geçerli oyların yüzde 3,7’sine denk gelen 1,8 milyon oyun HDP’ye kaymasına engel olamadığı gibi, neredeyse bir o kadar oyu da MHP’ye kaptırmış görünüyor.

AKP seçim sonuçlarını okuyabiliyor mu?

Seçim kampanya döneminin bağıran AKP’sinde bir sakinleşme olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle parti başkanı Davutoğlu’nun üslubunda çok ciddi bir değişiklik başladığını gözlemlememiz hiç zor değil. Daha önce Erdoğan’ın “kötü bir kopyası” olma yolunda ilerleyen Davutoğlu seçim gecesi yaptığı konuşmasını ayrı tutacak olursak, seçim gecesinden itibaren ciddi bir  üslup değişikliğine giderek bağıran liderden konuşan lidere dönüşmeye, parti başkanı olmadan önceki Davutoğlu imajına dönmeye çalıştığını söylememiz mümkün.
Milletvekili aday tercihlerinde parti içerisinde yaşanan çok başlılık görüntüsü de en azından meclis başkanı adaylığı esnasında aleni bir şekilde yaşanmadı. Partinin 3. Dönem engeline takılan  önde gelen isimleri de bu dönemde partinin yıpranmasına meydan verecek hiçbir açıklamada bulunmuyorlar. Bu açıdan baktığımız zaman, AKP’nin seçim sonucu analizleri yapmış olabileceği ve bir takım taktiksel farklılıklar içerisine girmeye başladığını gözlemleyebiliyoruz.

HDP’nin uzun vadeli seçmen stratejisi: Ödünç oydan emanet oya

HDP’nin kullandığı “emanet oy” söylemi HDP’nin seçim sonuçlarını değerlendirme konusundaki bakış açılarını görmek açısından önem taşıyor. Sadece bu açıklama ile bile HDP’nin tıpkı kampanya sürecinde olduğu gibi siyasetin yeni dilini okumayı ve siyasete yeni bir dil kazandırdığını sürdürdüğünü söylememiz mümkün olacaktır.  HDP’nin Demirel’den başlayarak birçok partinin kullandığı “ödünç oy” kavramına farklı bir boyut getirerek “emanet oy” kavramını kullanması bile seçmenle kurmaya çalıştığı “yakınlaşma politikasının” bir ürünü olarak görmek mümkün.
Emanet almanın  beraberinde koruma-kollama içeren bir eylem olduğunu düşünecek olursak “emanet oy” kavramında “ödünç oy”dan farklı olarak seçmenin tercihine uzun vadeli bir sahiplenme söz konusu. Oysa, daha önce partilerin aldıkları “ödünç oylara” bu şekilde yaklaştığını görmediğimiz gibi seçmenler ile de bir gönül bağı kurmaktan uzak kaldıkları için bugün bu oyları rahatlıkla kaybettiklerini söylemek mümkün. Bu açıdan baktığımızda HDP’nin aldığı oyları uzun vadede elinde tutma bilinci / isteği olduğunu söyleyebiliriz. HDP’nin bu yaklaşımı, AKP’nin kaptırdığı oyları geri alma konusunda detaylı bir strateji kurgulaması gerektiği anlamına da geliyor elbette.

Eşitsizliğin sözcülüğünü HDP’ye kaptırmak

HDP’nin seçim başarısının temelinde “ötekileri” “Biz’leştirmek” olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi zaman zaman farklı söylemler kullansa da bugün hala halkın gözünde Cumhuriyet seçkinleri partisi algısını tam olarak kırabildiğini, halka ulaşabilen söylemleri kullanabildiğini söylemek zor.
2002 yılından itibaren AKP seçim kampanyalarına baktığımız zaman “ezilen sınıfların” sesi olma iddiasını görebiliriz. Sadece o dönem parti lideri olan Erdoğan’ın kullandığı söylemlerde değil, partinin şarkılarında, reklamlarında bu sınıflara yapılan göndermelerle doluydu. Oysa geçen zaman içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu sınıflarla olan ilişkilerinde farklılaşma başladı. Erdoğan ile aynı geçmişten geldiklerini düşünen varoşlarda yaşayan seçmen, Erdoğan saraya çıkarken kendisini “kentsel dönüşüm” korkusu içerisinde buldu. Ezilen sınıfların sesi olma iddiasındaki AKP ve “milletin adamı” sloganları ile Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan emekliye yapılacak prim ödemesini, asgari ücrete yapılacak artışı çok gören, ama 3. Havalimanı gibi asında bu sınıfların belki de hiç kullanamayacakları bir hizmeti göklere çıkaran bir parti haline gelmişti. Hikayeleri yabancılaşmıştı artık...
Konda’nın yayınladığı raporda AKP’ye oy veren seçmen profillerini incelediğimiz zaman “Toplumun yaklaşık yüzde 21’ini teşkil ettiğini düşündüğümüz alt gelir grubunda, 10 aylık süre çerçevesinde HDP oyu 19 puan artmış, AK Parti oyu ise 27 puan azalmıştır.” ifadesini de bu varsayımı doğrular nitelikte. Uzun süre AKP zaferlerinin arkasında yer alan alt gelir seviyesindeki seçmen grubunun AKP’den uzaklaştığını ve daha da önemlisi başka bir partiye kaydığını görüyoruz.
Bir dönem “ezilen sınıfların” sesi olarak oyun kurucusu olmaya soyunan AKP, bu sınıfları cesaretlendirmiş, sesini iktidara taşımıştı. Oysa, şimdi arenada yeni bir oyun kurucu beliriyor. Ve tıpkı CHP’nin ödünç oylarla kuramadığı gönül bağını, sahanın yeni oyuncusuna “emanet etme” riski ile karşı karşıya kalıyor.

Seçim öncesi yaratılacak algı

AKP’nin seçim sonuçlarının birçok nedeni var elbette. Seçim sonuçları ve AKP’nin seçim kampanyasında öncesi/süresince yaptığı hatalar başka bir yazı konusu. Fakat unutmamız gereken temel noktalardan biri AKP’nin aldığı seçim darbesini bertaraf edebilmesi için ciddi bir çalışma yapması gerekiyor. Kurulacak bir koalisyon bir takım hatalarını telafi etmesine ve partinin zaman kazandırmasına yarayabilir. Biliyoruz ki seçim döneminde psikoloji büyük bir önem taşır. Özellikle partililerin kampanya çalışmalarında kazanma fikri çalışma motivasyonunu artıran temel unsurlardan biridir. Partisinin kazanacağına inanan partili daha çok çalışmaya başlar. Oysa, kaybetme korkusuna giren partilerde çalışma motivasyonu da yerle bir olur. Diğer partinin “yine kazanacak” olması fikri parti içi disiplini bozar, huzursuzluk getirir ve sonuç olarak çalışmanın verimi de düşer.
Sonuç olarak, AKP seçim kararı almadan seçim atmosferini pozitife çevirmek, seçmenle zayıflamaya başlayan ilişkisini toparlamak, tek alternatifinin kendisi olduğuna, güçlü olanın kendisi olduğuna ve seçimi kazanacak partinin kendisi olacağına inandırmak durumundadır. Aksi takdirde kendileri açısından riskli bir seçim olacaktır.
*Aynı başlıklı yazı 23 Temmuz 2015 tarihinde T24 haber sitesinde yayınlanmıştır. http://t24.com.tr/yazarlar/dr-gulfem-saydan/akp-erken-secimi-goze-alabilir-mi,12370

5 Ağustos 2015 Çarşamba

AKP SEÇMENİ NEDEN HALA KARARSIZ? *

Siyasal iletişimin en tartışmaları konularından biri, seçmenlerin karar verme zamanlamasıdır. Yurtdışında yapılan çeşitli araştırmalar bize konu ile ilgili farklı veriler sunuyor. Buna göre, aylar öncesinden karar veren seçmenler olduğu gibi, son dönemde karar veren seçmen sayısının da azımsanamayacak miktarda olduğu aşikâr.

Seçim kampanyalarının son 10 gününde neler olacağını bilmek elbette mümkün değil, ama son dönemde çıkan anketler halen kararsızların yüksek bir oranda olduğunu ve birçoğunun AKP seçmeni olduğunu gösterirken gazete köşeleri bu konuya yer ayırmaya başladı.



AKP seçmeni neden hâlâ bu kadar kararsız?



AKP seçmenin kararsızlığı, Fransız reklamcı Jacques Seguela’nın meşhur kampanya stratejisinde saklı olabilir mi? “Öyle bir hikaye anlatmalısınız ki, seçmenin içinde uyuyan çocuk, hikayenin tek  kahramanının sizin adayınız olabileceğine inanmalı” der Jacques Seguela. Kampanya boyunca yürütülen iki başlılık ve farklı mesaj kurgusu AKP seçmeninde hem kahraman karışıklığı hem de hikaye karışıklığı doğurmuş olabilir mi?

“Mesaj güdümlü” kampanya olarak da adlandırabileceğimiz günümüz seçim kampanyalarında mesaj kampanyayı zafere taşıyan temel taşlardan biridir. Mesaj slogan değildir, taktik değildir…

Kampanya mesajı bizim vizyonumuz, yönümüz, değerlerimiz, meselelerimiz hakkında bilgi vermelidir. Kim olduğumuz, değerlerimiz, inançlarımız,  ne yapacağımız, ne için savaştığımız mesajımızın alt metinlerini oluşturur.



Değerler üzerinden iletişim çağı



90’larda sosyo demografilerden üzerinden iletişime ağırlık verilirken artık çağımız değerler üzerinden kampanya çağı. Seçmenlerin değerlerini doğru tanımlayarak, mesajları bu değerler üzerinden vermek başarının en temal anahtarlarından biri.



Mesajların hikâyesi nerede?



Mesajın etkisini artıran en önemli etken verilen mesajın bir hikayesi, bir sesi olması. Sadece vaatlerinin sıralanması değil, mesajın bir çıkış noktası ve bir hikayesi olması, seçmenle ortak bir dünyayı paylaşması hem mesajın seçmene daha kolay ulaşmasını sağlıyor, hem de inandırıcılığını artırıyor.

Muhalefet partilerinin mesajlarına bakacak olursak, ezilen bir kesimin sesine rastlamak mümkün. Asgari ücretle geçinemeyen işçinin, taşeron işçilerin, madencilerinin, Roboski’nin bir sesi, alt metni var. Peki AKP’nin mesajlarında bu “ezilenlerin sesi olma” alt metninin eskisi kadar belirgin olduğunu söyleyebilir miyiz?



Uzun seneler boyunca seçim stratejisinin temeline “yakınlık politikalarını” oturtan AKP, seçmene yabancılaşıyor mu?



Mesajın hikayesi mesajın içeriğinde olabildiği gibi, liderinin geçmişine de dayanabilir. Özellikle 2007 – 2011 arasındaki AKP kampanyalarında parti mesajlarının, Erdoğan’ın hayatı ile  nasıl bağdaştığının örneklerini görmek mümkündü. Erdoğan’ın seçim kampanyalarında seçmene sunduğu dünyanın çıkış noktası sadece muhafazarlık değil, aynı zamanda “ezilmiş sınıfın iktidarı” olgusuydu.

Seçmenlerin gözünde AKP’lileri ve Erdoğan’ı en değerli kılan unsurlardan biri, dönemin dışlanan sınıfının bugün iktidar olmasıydı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın “Milletin adamı” “Milli İrade, Milli Güç” gibi sloganlar kullanması Erdoğan’ın kendisini “seçmenin bir izdüşümü” olarak konumlandırması stratejisinin bir parçasıydı.

Ortak geçmişe sahip, ortak değerlere sahip bir lider vurgusu sürekli tekrar ediliyordu. Oysa Erdoğan bugün sarayda oturan, lüks makam araçlarını “çerez parası” diye ifade eden, hükümete destek veren bir Cumhurbaşkanı pozisyonunda. Yoksul semtlerin yükseliş öyküsünü, ezilen sınıfların iktidar sesini temsil eden Erdoğan’ın bugünkü yaşam şekli ile seçmenin yaşam biçimi bağdaşabiliyor mu?

Partilerin gönüllüleri parti mesajlarına inandıkça, mesajları seçmenle paylaşma motivasyonunun arttığını  biliyoruz. Gönüllülerin mesajlara inanmasının en temel şartı da, gönüllünün kendi hikayesini liderin hikayesinde bulabilmesi. Bunun örneklerini daha önceki seçimlerde gözlemledik.

Eğitim politikaları anlatılırken Erdoğan’ın kızının türbanı, ekonomi politikaları anlatılırken Erdoğan’ın yaşadığı yoksulluğu, göç olgusunun nasıl Erdoğan’ın ailesinde vücut bulduğunu özellikle ev gezmelerinde gözlemleme şansımız oldu. Bu hikayeler dönemin kampanya mesajlarının içerisinde varoldu. Oysa bugünün mesajlarına gelindiğinde, Erdoğan’ın bugünkü öyküsü ile gönüllülerin öyküsünün uzlaşabildiğini söylememiz mümkün mü?

Diğer yandan seçmenler ve saha çalışanları Davutoğlu’nun hayatı ile ilgili ne kadar bilgiye sahip? Davutoğlu hakkında tüm bilinenler akademisyen olması, bakan olması gibi aslında seçmenin kendi hayatlarına veya kendi sınıfsal kodlarına ilişkin hiçbir yakınlık içeremeyen bilgiler.

Saha gönüllülerin çoğunluğunun sosyo-ekonomik olarak daha zayıf ailelere mensup olduklarını düşünecek olursak, muhalefetin asgari ücret artışı, emeklilere ikramiye gibi hayatlarına birebir dokunacak vaatlerini AKP’nin reddetmesi, AKP gönüllülerini nasıl motive edebilir? Erdoğan’ın “sahada yorgunluk var” sözü, “sahada isteksizlik var” olarak okunabilir mi?

Bugüne kadar din, AKP ile sosyo-ekonomik seviyesi düşük seçmen sınıfının yaşam tarzlarının ortak referansı olarak karşımıza çıkıyordu. Bu nedenle de çok bağlayıcı bir işlev görüyordu. Yani din sadece muhafazakarlık anlamında değil, ortak sınıf ama daha da önemlisi ortak değerler göndermesinden dolayı tutarlı bir söylemdi.

Bugün meydanlara elinde Kur’an ile inen Erdoğan’ın seçmende karşılık bulamamasının bir nedeni, artık aynı değerler dünyasına ait olmamaları olabilir mi?



Seçmenin empati kurabilme ihtiyacı



Biliyoruz ki,  seçmenin adaya empati duyabilmesi için, ortak kültürel noktaları yakalamaya ihtiyacı vardır. Adayla ortak bir dünyayı paylaşabileceğini hissetmesi gerekir. Biraz önce yukarıda da bahsettiğimiz üzere Başbakan Davutoğlu, başa geldiği günden itibaren seçmenle ortak bir dil kurabilmiş midir? Hakkında çok az bilgiye sahip AKP seçmeni ile Davutoğlu arasında  duygusal bir bağ oluşabildi mi?

AKP’nin 3. dönem kuralı çerçevesinde önde gelen birçok AKP’li siyasetçi elendiği için seçmenlerin daha önce empati kuruduğu birçok isim de bugün meydanlarda değil. Dolayısı ile AKP’ye daha önce oy veren seçmenin bugün ciddi anlamda bir empati problemi yaşadığı gerçek.

Erdoğan’ın da sürekli meydanlarda boy göstermesi aslında bu empati açığını kapatabilmek için bir taktik. Ama bu da yazının başında bahsettiğimiz iki başlılık ve mesaj karışıklığı konusuna bizi geri götürüyor.

CHP’nin ise bu seçimlerde lider ve seçmen arasındaki empati önemini kavradığını, daha önce hiç başvurmadığı söylemler kullanmaya başladığını görüyoruz. Kılıçdaroğlu için yapılan Anadolu’nun Kemal’i belgeselinin, Kılıçdaroğlu’nun seçmenin bilmediği hayatını anlatabilmek için kurgulandığı açıkça anlaşılıyor.

Kılıçdaroğlu’nun miting meydanlarında da annesinin, ablalarının okuma-yazma bilmediğini anlatması, çocuklarının malı-mülkü olmadığını söylemesinin ve üzerine basarak “ben sizden biriyim” vurgusu yapmasının altında da seçmenle ve parti gönüllüleriyle empati yakalama isteğinden kaynaklanıyor.



3. şahıslar, bağımsız kurumlar, STK’lar nerede?



partiler ve liderler yerine, 3. şahıslar üzerinden verilen mesajların büyük etkisi olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz her seçimde AKP adına ilan veren Hukuki Araştırmalar Derneği gibi dernekler AKP’nin mesajlarını 3. ağızdan pekiştiriyordu. AKP bu seçim döneminde bu tarz desteğe ihtiyaç hissetmiyor mu?

AKP daha önceki seçim kampanyalarında gösterdiği mesaj stratejisinden ilk kez çıkarak seçmenin kafasını karıştıracak bir takım değişiklikler yapılıyor. Bu açıdan baktığımızda AKP’in bugünkü mesajları bize “eski muhalefet” anlayışını hatırlatıyor diyebiliriz.



Tersine dönen mesajlar; Korku mu vaat mi?



2002 seçim kampanyasından başlayarak karşılaştırmalı bir mesaj analizi yapacak olursak, AKP kampanyaları vaat ve gelecek üzerine kurulu iken, muhalefet partilerinin çoğunlukla korku üzerine kurulu mesajlar verdiklerini söyleyebiliriz.

Bugüne kadar, bir gelecek hayali çizen AKP’nin karşısında, AKP’nin vaatlerinin gerçekçi olmadığını, bir dönem daha AKP hükümeti ile geçirilmesinin tehlikelerini anlatan bir muhalefet olduğunu söylemek mümkün. Oysa bu seçim döneminde hükümet ve muhalefetin mesajlarının yer değiştirdiğini söyleyebiliriz.



Yapıcı söylem bitti...



Ekonomik söylemlerle ilk atağını yapan CHP’nin karşısında CHP’nin bu vaatleri gerçekleştiremeyeceğini anlatan, çözüm süreci ve demokrasi söylemleri ile ön plana çıkmaya çalışan HDP’nin karşısında AKP tek başına iktidar olamazsa çözüm sürecinin zora gireceği korkusunu vermeye çalışan bir AKP görüyoruz.

Oysa seçmen uzun zamandır muhalefetin korku ve negatiflik üzerine kurulu, iktidarın ise vaatler ve gelecek üzerine kurulu söylemlerine alışık. Şimdi ise muhalefet partilerinin geleceğe yönelik söylemleri karşısında, bu vaatlerin gerçekleşemeyeceğini anlatan, korku salan bir AKP görüyoruz.

Bir zamanların ekonomik kalkınmayı, Avrupa Birliği’ne tam üyeliği, sosyal adaleti savunan AKP’sinin yerine, daha çok negatif bir söylem kullanan, yapıcı olmaktan çok uzak bir AKP var seçmenin karşısında. Bu durum AKP’nin kendi stratejilerine ters düşüyor ve seçmenin kafasını karıştırıyor.



İcraat söylemi heyecanını kaybetmiş olabilir mi?



Muhalefet partilerin mesajlarına baktığımız zaman bir vaat listesi çıkıyor önümüze. AKP’nin geçmiş dönem icraatleri büyük önem taşıyor olsa da, her seçim dönemi benzer icraatleri duyan seçmen artık bunları kanıksamış, kafasında normalleştirmiş, hatta hayatına geçirmiş ve bu nedenle bu icraateleri duymak eski heyecanını kaybetmiş olabilir mi?

Bu noktada AKP’nin aradığı seçmenin sadakat duygusuna seslenmek olabilir mi?



Mesajlarda Karışıklık: Türkiye küçük mü değil mi?



Siyasal iletişim başarısının temel taşlarından biri kampanya mesajında tutarlı olmaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin geçmiş seçim stratejileri bir temel mesaja dayanır: İcraatleri teker teker anlatmak ve bu geçmiş referans üzerinden vaatlerin devamı için oy istemek. Bir yandan icraatler teker teker hatırlatan, bir yandan muhalefetin asgari maaş artışı, emekli ikramiyesi gibi aslında son derece basit gözüken ekonomik söylemlerinin yapılamayacağını anlatan, öte yandan dünyanın en büyük havaalanı inşaatı, İstanbul’a 3. Köprü, kanal projeleri gibi dev projeler gerçekleştirmekten bahseden AKP’nin kendi mesajlarında çelişki yarattığı aşikâr.

Seçmenin kafasında oluşturulmak istenen Türkiye algısı nedir? AKP hükümet döneminde Türkiye’yi nereye getirmiştir? Mitinglerde hem Davutoğlu’nun hem de Erdoğan’ın bahsettiği gibi Marmaray’ı yapan, denizin üzerinde havaalanı inşa eden büyük Türkiye mi olmuştur, yoksa emeklisine 2 maaş ikramiye bile veremeyecek bir Türkiye mi? 3. Havaalanı inşaatına giren Türkiye neden ve nasıl asgari ücreti yükseltemeyecektir? Bu sorular seçmende kafa karışıklığına neden olmaktadır.



İki başlı dev olur mu? İstikrar mı değişim mi?



Uzun yıllar AKP söyleminin büyük bir parçasını “istikrar” kavramı oluşturuyordu. hizmetlerin devamı için istikrarın gerekliliği, tek parti hükümeti ile sağlanacak istikrarın gerekliliği, varolan düzenin korunması için istikrarın gerekliliği. Bu seçim döneminde ise bu temel söylemde de büyük bir sapma gördüğümüzü söyleyebiliriz.

Öncelikle Davutoğlu’nun öncülüğünde yürütülen AKP kampanyası eski stratejinin devamı.. Geçmiş AKP dönemine verilen referanslar, il bazında yapılan tek tek icraat dökümleri bu dönemde de mevcut. Bu noktada geçmiş kampanyaların bir tekrarını gördüğümüzü söylemek mümkün.

Kampanyanın diğer ayağını büyük bir hızla yürüten Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim meydanlarında bir yandan geçmiş başarılarından bahsederken bir yandan da yepyeni bir söylem kullanıyor aslında. “İstikrar” yerine “değişim”.

Erdoğan’ın bahsettiği Başkanlık sistemi, başlı başına bir değişim öngörüyor ve bu daha önce AKP seçmeninin de duymadığı bir söylem. 2002 yılından itibaren hükümette bulunan ve tüm seçim kampanyalarında kullanılan istikrar söyleminin aksine, bu sefer değişim öngörülüyor. Bu da bir mesaj karışıklığı yaratıyor.

AKP’ye oy veren seçmen Davutoğlu’nun bahsettiği istikrara mı oy verecek, yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği büyük değişime mi? Partinin dilinden düşürmediği “Yeni Türkiye” içerisinde Davutoğlu’nun yeri ne olacak? Hatta AKP’nin parti olarak yerinin ne olacağı da meçhul. Liderin oy vermede etkisi tartışılmaz; ama unutmamak gerekiyor ki parti için oy veren seçmen sayısı da az değil. AKP’ye parti olarak oy vermiş seçmen bu yeni, tam olarak ne olduğunu bilmediği sistemde partisinin akıbetini merak etmiyor mu?



İki lider olur mu?



Tüm bu mesajların karışmasının temel nedenlerinden birinin AKP’nin kampanyasının iki ayaklı oluşu olduğunu söyleyebilir miyiz? Seçim kampanyaları süresince parti lideri büyük bir önem taşır. Seçmen onun etrafında kilitlenir. Kampanyanın lokomotifidir lider…

AKP seçmeni kafasında varolan ana lider Erdoğan iken, Davutoğlu’nun verdiği mesajların inandırıcı, sürekleyici olması mümkün mü? Bu durum birinci yazıda da bahsettiğimiz kampanyanın iki başlı olmasına neden olarak seçmenin kafasında karışık yaratmıyor mu? Ya da Jacques Seguela’nın dediği gibi hikayenin kahramanını seçmen nezdinde karıştırmıyor mu?



Kararsızlık belirleyici olur mu?



Kampanyada başarıyı yakalamak ancak partinin değerlerinin ve inandıklarının, seçmenin talepleri ve görüşleriyle birleşmesiyle mümkündür. Bu birleşimi yapmak da doğru konulara odaklanmakla, doğru mesajları verebilmekle mümkün olacaktır.

En doğru soruları sorup, insanların aklındakileri tüm açıklığıyla anlayabilme, akılları kurcalayan en derin endişelere, en mikro soru işaretlerine inebildiğiniz ölçüde mesajların oluşumu sağlıklı olacaktır. Unutmamak gerekiyor ki seçmenin size verdiği mesajı anlayamıyorsanız, istediğiniz kadar sayılara bakarak analiz yapın, zamanınızın gerisinde kalırsınız.

9-12 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği’nin konferansına katılan birçok ünlü kampanya uzmanı kararsız seçmenlerin karar verme süreci ile ilgili farklı düşünceler paylaştılar.

Konferansa katılan AKP’nin kampanya direktörü Erol Olçok Türkiye’deki seçim kampanyalarında son 30 günün önemli olduğunu, özellikle de son 10 gün belirleyici olduğunu söylerken son 10 gün için özel bir kampanya kurguladıklarının sinyalini de veriyordu. Bahsi geçen çalışmanın kararsız seçmen üzerinde nasıl bir etkisi olacağını çok kısa bir süre sonunda göreceğiz. 


Son 10 günlük çok kritik bir sürece giriyoruz. Kararsız seçmenler sadece AKP’li değil, tüm seçmen gruplarında, nedenleri farklı olsa da, mevcut. Bu süreçte partiler son kozlarını oynayacak ve kararsız seçmenler bir noktada kararlarını vererek aslında seçimin kaderini belirleyecekler. kısacası, kararsız seçmen, seçimin sonucunu belirleyecek.

*28 Mayıs 2015 tarihinde T24 internet sitesinde aynı başlıkla yayınlanmıştır.
İlgili link: http://t24.com.tr/yazarlar/dr-gulfem-saydan/akp-secmeni-neden-hala-kararsiz,11989 

3 Ağustos 2015 Pazartesi

OBAMA'YA SEÇİM KAZANDIRAN SOSYAL MEDYA EKİBİ İSTANBUL'DA İDİ*

Barack Obama’nın efsanevi 2012 seçim kampanyası direktörleri 6 Mart 2015 tarihinde İstanbul Ritz Carlton Oteli’nde Element Strateji  Yönetimi’nin düzenlediği “Hedef: Hedef Kitle” konferansında buluştu.


7 Haziran öncesi nefesler tutuldu ve seçim maratonuna girildi. Seçim kampanyaları da her seçim döneminde olduğu gibi yine tartışmaların odak noktasını oluşturmaya başladı. Hangi partinin hangi ajansla çalışacağı, sloganı,kullanacakları söylemler büyük bir merak konusu olurken yine her seçim döneminde olduğu gibi “kampanya seçim kazandırır mı?” sorusu da tartışma konuları arasına girdi.

Kamuoyu bu tartışmaları yaparken biz de Element Strateji Yönetimi olarak, 6 Mart 2015 tarihinde İstanbul Ritz Carlton Oteli’nde “Hedef: Hedef Kitle” konferansını düzenleyerek Barack Obama’nın efsanevi 2012 seçim kampanyasının önemli aktörlerinin bizlerle kampanya tecrübelerini paylaşmalarını istedik. Amacımız, hem kampanyalarının bilinmeyen arka planlarını göstermek, hem de seçim kampanyalarında kullanılan iletişim strateji ve taktiklerinin diğer alanlardaki uygulanabilirliklerine de dikkat çekmekti. 




Konferansa Barack Obama'nın 2012 Başkanlık Seçimleri ulusal saha direktörü görevini yürüten Jeremy Bird, Obama'nın 2012 Dijital Kampanya Direktörü Teddy Goff, Twitter'ın Asya Direktörü Peter Greenberger, Boris Yeltsin’in imaj danışmanı Igor Mintusov, Bill Clinton'ın batı eyaletleri kampanya sorumlusu ve Barack Obama'nın Denver/Colorado anketörü Rick Ridder, uluslararası ödüllü Anketör Joannie Braden ve Türkiye’den Bahattin Yücel, Haluk Şahin, Mehveş Evin, Volkan Karsan, İzmir Tolga ve Gökhan Yücel katıldı.

Konferans,  adından da anlaşılabileceği üzere, hedef kitleyi bulma, doğru mesajları, içerikleri üretme ve hedef kitleye doğru kanaldan ulaşabilme sorunsalı üzerine odaklandı. Sahada, dijitalde ve sosyal medyada farklı kazanma  kurallarının da anlatımı ile başarılı bir kampanyanın tüm ayaklarını bütünsel bir bakış açısıyla katılımcılarımız ile paylaşmak istedik. Tüm gün süren konferanstan Türkiye için de çıkarılacak çok konu başlığı bulunuyor.

Yerel Liderler Yaratmak

Konferansın ilk konuşmacısı, Barack Obama’nın 2012 seçim kampanyasında 2.2 milyon gönüllü toplayarak dünyanın en büyük gönüllü organizasyonu oluşturan ve bu rakamla Obama’nın  “gönüllülerle seçim kazandı”  efsanesini yaratan Ulusal Saha Direktörü Jeremy Bird yerel düzeyde liderler yaratmanın önemini ve başarılı bir saha organizasyonu için kaçınılmazlığını vurguladı.İnsanların kampanyaya olan bağlılılarının artırmanın kampanya için önemini anlatan Bird, yerel düzeyde yetkilendirmenin seçmenlerle daha kişisel bir ilişki kurmayı kolaylaştırdığını ifade etti.

Seçmenle Kişisel İlişki Kurmak

2013 yılında Fortune dergisinin, önümüzdeki yıllarda geleceği şekillendirecek 40 yaşından genç en etkili 40 yönetici (40 under 40) arasında gösterilen Bird, başarılı bir kampanyanın en temel ayaklarından birinin de seçmenlerin kim olduğunu anlamak ve seçmenle kişisel bir iletişime geçilmesi olduğunu ifade etti.  Saha çalışmalarının kişisel ilişki kurmadaki önemine değinerek seçmene sadece ulaşmanın yeterli olmadığını, seçmenin sorunlarını ve beklentilerini ilk ağızdan dinlenmesi gerektiğini de ekledi.


“Güneş Batmayan İmparatorluk: Twitter”

Konferansa Singapur’dan canlı video-konferans ile katılan Twitter’ın Asya Direktörü Peter Greenberger‘ın “Güneş Batmayan İmparatorluk” olarak nitelediği Twitter’ın 288+ milyon aylık aktif kullanıcısı, 500+ milyon sabit kullanıcısı ile dünyanın en etkili sosyal medya araçlarından biri olduğu bilinen bir gerçek. Greenberger, ilk 1 milyar tweet’e ulaşmanın 3 yıl, 2 ay, 1 gün sürdüğünü oysa şimdi her 2 günde 1 milyar tweete ulaşıldığını söylemesi ile zaten Twitter’ın sunduğu fırsatları tahmin etmek dinleyiciler açısından da daha kolaylaştı.  Eskiden cevap vermek için haber süresi kavramı varken artık bu süre Twitter sayesinde saniyelere ve 140 karaktere inmesi de bize ulaşılan rakamın nedenlerini anlamaya yetiyor.

“Twitter sadece sosyal bir ağ değil, bir konuşma platformu”

Twitter bize kişilerin ilgi alanlarını gösterdiğini, böylece kullanıcılar hakkında birçok bilgi öğrenebildiğini vurgulayan Greenberger kim kimi takip ediyor, hangi hesaplarla bağ kuruyor, ne hakkında tweet atıyor gibi birçok bilgi sayesinde kullanıcıların ilgi alanlarının ve profillerinin çıkarılmasının mümkün olduğunu da ekledi. Twitter’da olan herkesin platformdaki herkese ulaşması da Twitter’ın dialoglara açık olmak istediğinin ve bir konuşma platform olduğunun da en temel göstergesi.

Twitter’da Takipçi Sayısı Artırmanın İpucu

Twitter deyince takipçi sayısından bahsetmemek mümkün gözükmüyor. Daha fazla kişi tarafından takip edilmenin yolları ülkeden ülkeye ve konjonktüre bağlı olmakla beraber gerçek bir kişi izlenimi vermek, samimi bir ses tonu kullanmak, görselleri etkili kullanmak, doğru zamanda doğru mesajı iletmek, olabildiğince güncel olmak ve hashtag kullanmak Greenberger’a göre takipçi sayısı artırmanın olmazsa olmazları arasında sayılabilir.

Slogan Mesaj Değildir

ABD eski başkanı Bill Clinton’un başkanlık seçim sürecinde Batı Eyaletleri Kampanya Organizasyon Sorumlusu olarak görev yapan uzman anketör Rick Ridder ve Meksika, İngiltere, Avustralya, İspanya, İsveç gibi ülkelerdeki siyasi kampanyalarda etkin görevler alan uluslararası ödüllü anketör Joannie Braden konferansın ilgi çeken konuşmacıları arasındaydı. “Ridder/Braden” danışmanlık firmasını da kurucuları olan ikili hedef kitleyi bulma ve bu kitleye yöenelik mesaj üretme yöntemleri üzerinde durdu.


Slogan ve mesajın farklı olduğunun defalarca altını çizen Ridder iyi bir mesaj oluşturmakta kilit önem taşıyan dört unsuru “karşılaştırmalı ifade”, “vizyon”, “değerler” ve “gerçek sorunlar” olarak ifade etti.  Hedef kitleye özellikle onlar açısından önem ve anlam taşıyan konulardan bahsetmek gerektiğinin altını çizen Ridder ihtiyaç analizinin önemini de vurguladı



Mesajda Sadelik

Braden da  mesajın, kitleleri ikna etmek için kullanılan, dürüst bilgilerin bir parçası olduğunu söylerek mesajın adayın ne için mücadele ettiğinizi gösterdiğini bu nedenle hedef kitleye ev hayvanlarından ekonomiye kadar her konuda mesaj verebileceğinden bahsetti. Mesaj iletmede sadeliğe dikkat çeken Braden, tüm kavramları, temaları açıklamaya çalışmanın sözcükler arasında boğulma anlamına geleceğinden bahsetti.


Dijital’de Sıkıcı Olmayın

Konferansın bir önemli konuşmacısı da Barack Obama’nın 2012 Dijital Kampanya Direktörü Teddy Goff’tu. Time Dergisi tarafından “Dünyayı değiştiren 30 yaşın altındaki 30 kişi” arasında gösterilen Barack Obama’nın 2012 Seçimleri Dijital Direktörü Teddy Goff, Obama için yürüttüğü kampanyada, internet üzerinden 690 milyon doların üzerinde bağış toplamış, 1 milyondan fazla seçmen kaydetmişti.  Facebook’ta 45 milyon, Twitter’da 33 milyon takipçi toplamasıyla da  Obama’ya “Sosyal Medyada Kazanan Başkan ” ünvanını da kazandırmıştı.

Goff’a göre dijitalin olmazsa olmaz birinci temel kuralı sıkıcı olmamak. Siyasetin genellikle toplum tarafından sıkıcı ve tekdüze bulunduğunu ancak kendisinin buna asla katılmadığını söyledi. Seçmenlere sıkıcı olmayan, yer yer komik yer yer de eğlenceli içerikler sunmanın başarıyı yakalamanın en temel formüllerinden biri olduğunu söyleyen Goff, eğlenceli içeriklerle de  hedef kitleye ilham verici ve bilgi verici bir iletişim yapılabileceğini söyledi.

Haber Bülteni Yerine Sosyal Medya

Kampanya döneminde adayların yapacağı en büyük hatlardan birinin dijitali ihmal etmek olacağını söyleyen Goff dijital alanda özgün ve sahici olmanın ve insanı öne çıkarmanın öneminden bahsetti. İnsanların eskiden haber bültenlerini takip ettiğini, oysa şimdi haber almanın da en önemli mecralarından birinin sosyal medya olduğunu söyleyen Goff sosyal medyada hesabı olmayan yaşlı insanların da torunlarının hesaplarının olduğunu, dolayısı ile haberlerinde yine buradan yayılabileceğini ekledi.

Dijitalde Başarının Üç Sırrı

Teddy Goff’a göre, iyi bir iletişim yakalamak için yapılması gereken en önemli üç kural eğlenceli içerik oluşturmak, ağlar üzerinden komüniteler kurarak güven inşa etmek ve bireysel iletişimi hedeflemek.


Hedef: Hedef Kitle konferansı bize bir kez daha gösterdi ki başarılı bir siyasal iletişim kampanyasının sihirli bir formülü yok ve  başarı ancak birçok farklı faktörün entegrasyonu ile sağlanabilir.  Başarılı bir kampanyanın iyi bir aday, güçlü ve somut mesajlar, dijital ve saha çalışmalarının entegrasyonu gibi birçok faktöre bağlı olabileceğini gibi seçmen davranışlarının da psikolojik boyutlarının incelenmesi gerekiyor.


*Aynı başlıklı yazı Kadir Has Üniversitesi Panorama KHAS Dergisi 17. sayısında yayınlanmıştır.
İlgili Link:  http://www.khas.edu.tr/uploads/panoramakhas/sayi17/13.pdf