Siyasal iletişimin en tartışmaları konularından biri,
seçmenlerin karar verme zamanlamasıdır. Yurtdışında yapılan çeşitli
araştırmalar bize konu ile ilgili farklı veriler sunuyor. Buna göre, aylar
öncesinden karar veren seçmenler olduğu gibi, son dönemde karar veren seçmen
sayısının da azımsanamayacak miktarda olduğu aşikâr.
Seçim kampanyalarının son 10 gününde neler olacağını bilmek
elbette mümkün değil, ama son dönemde çıkan anketler halen kararsızların yüksek
bir oranda olduğunu ve birçoğunun AKP seçmeni olduğunu gösterirken gazete
köşeleri bu konuya yer ayırmaya başladı.
AKP seçmeni neden hâlâ bu kadar kararsız?
AKP seçmenin kararsızlığı, Fransız reklamcı Jacques
Seguela’nın meşhur kampanya stratejisinde saklı olabilir mi? “Öyle bir hikaye
anlatmalısınız ki, seçmenin içinde uyuyan çocuk, hikayenin tek kahramanının sizin adayınız olabileceğine
inanmalı” der Jacques Seguela. Kampanya boyunca yürütülen iki başlılık ve
farklı mesaj kurgusu AKP seçmeninde hem kahraman karışıklığı hem de hikaye
karışıklığı doğurmuş olabilir mi?
“Mesaj güdümlü” kampanya olarak da adlandırabileceğimiz
günümüz seçim kampanyalarında mesaj kampanyayı zafere taşıyan temel taşlardan
biridir. Mesaj slogan değildir, taktik değildir…
Kampanya mesajı bizim vizyonumuz, yönümüz, değerlerimiz,
meselelerimiz hakkında bilgi vermelidir. Kim olduğumuz, değerlerimiz,
inançlarımız, ne yapacağımız, ne için
savaştığımız mesajımızın alt metinlerini oluşturur.
Değerler üzerinden iletişim çağı
90’larda sosyo demografilerden üzerinden iletişime ağırlık
verilirken artık çağımız değerler üzerinden kampanya çağı. Seçmenlerin
değerlerini doğru tanımlayarak, mesajları bu değerler üzerinden vermek
başarının en temal anahtarlarından biri.
Mesajların hikâyesi nerede?
Mesajın etkisini artıran en önemli etken verilen mesajın bir
hikayesi, bir sesi olması. Sadece vaatlerinin sıralanması değil, mesajın bir çıkış
noktası ve bir hikayesi olması, seçmenle ortak bir dünyayı paylaşması hem
mesajın seçmene daha kolay ulaşmasını sağlıyor, hem de inandırıcılığını
artırıyor.
Muhalefet partilerinin mesajlarına bakacak olursak, ezilen
bir kesimin sesine rastlamak mümkün. Asgari ücretle geçinemeyen işçinin,
taşeron işçilerin, madencilerinin, Roboski’nin bir sesi, alt metni var. Peki
AKP’nin mesajlarında bu “ezilenlerin sesi olma” alt metninin eskisi kadar
belirgin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Uzun seneler boyunca seçim stratejisinin temeline “yakınlık
politikalarını” oturtan AKP, seçmene yabancılaşıyor mu?
Mesajın hikayesi mesajın içeriğinde olabildiği gibi,
liderinin geçmişine de dayanabilir. Özellikle 2007 – 2011 arasındaki AKP
kampanyalarında parti mesajlarının, Erdoğan’ın hayatı ile nasıl bağdaştığının örneklerini görmek
mümkündü. Erdoğan’ın seçim kampanyalarında seçmene sunduğu dünyanın çıkış
noktası sadece muhafazarlık değil, aynı zamanda “ezilmiş sınıfın iktidarı”
olgusuydu.
Seçmenlerin gözünde AKP’lileri ve Erdoğan’ı en değerli kılan
unsurlardan biri, dönemin dışlanan sınıfının bugün iktidar olmasıydı.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın “Milletin adamı” “Milli İrade, Milli
Güç” gibi sloganlar kullanması Erdoğan’ın kendisini “seçmenin bir izdüşümü”
olarak konumlandırması stratejisinin bir parçasıydı.
Ortak geçmişe sahip, ortak değerlere sahip bir lider vurgusu
sürekli tekrar ediliyordu. Oysa Erdoğan bugün sarayda oturan, lüks makam
araçlarını “çerez parası” diye ifade eden, hükümete destek veren bir
Cumhurbaşkanı pozisyonunda. Yoksul semtlerin yükseliş öyküsünü, ezilen
sınıfların iktidar sesini temsil eden Erdoğan’ın bugünkü yaşam şekli ile
seçmenin yaşam biçimi bağdaşabiliyor mu?
Partilerin gönüllüleri parti mesajlarına inandıkça,
mesajları seçmenle paylaşma motivasyonunun arttığını biliyoruz. Gönüllülerin mesajlara inanmasının
en temel şartı da, gönüllünün kendi hikayesini liderin hikayesinde bulabilmesi.
Bunun örneklerini daha önceki seçimlerde gözlemledik.
Eğitim politikaları anlatılırken Erdoğan’ın kızının türbanı,
ekonomi politikaları anlatılırken Erdoğan’ın yaşadığı yoksulluğu, göç olgusunun
nasıl Erdoğan’ın ailesinde vücut bulduğunu özellikle ev gezmelerinde gözlemleme
şansımız oldu. Bu hikayeler dönemin kampanya mesajlarının içerisinde varoldu.
Oysa bugünün mesajlarına gelindiğinde, Erdoğan’ın bugünkü öyküsü ile
gönüllülerin öyküsünün uzlaşabildiğini söylememiz mümkün mü?
Diğer yandan seçmenler ve saha çalışanları Davutoğlu’nun
hayatı ile ilgili ne kadar bilgiye sahip? Davutoğlu hakkında tüm bilinenler
akademisyen olması, bakan olması gibi aslında seçmenin kendi hayatlarına veya
kendi sınıfsal kodlarına ilişkin hiçbir yakınlık içeremeyen bilgiler.
Saha gönüllülerin çoğunluğunun sosyo-ekonomik olarak daha
zayıf ailelere mensup olduklarını düşünecek olursak, muhalefetin asgari ücret
artışı, emeklilere ikramiye gibi hayatlarına birebir dokunacak vaatlerini
AKP’nin reddetmesi, AKP gönüllülerini nasıl motive edebilir? Erdoğan’ın “sahada
yorgunluk var” sözü, “sahada isteksizlik var” olarak okunabilir mi?
Bugüne kadar din, AKP ile sosyo-ekonomik seviyesi düşük
seçmen sınıfının yaşam tarzlarının ortak referansı olarak karşımıza çıkıyordu.
Bu nedenle de çok bağlayıcı bir işlev görüyordu. Yani din sadece muhafazakarlık
anlamında değil, ortak sınıf ama daha da önemlisi ortak değerler göndermesinden
dolayı tutarlı bir söylemdi.
Bugün meydanlara elinde Kur’an ile inen Erdoğan’ın seçmende
karşılık bulamamasının bir nedeni, artık aynı değerler dünyasına ait olmamaları
olabilir mi?
Seçmenin empati kurabilme ihtiyacı
Biliyoruz ki,
seçmenin adaya empati duyabilmesi için, ortak kültürel noktaları yakalamaya
ihtiyacı vardır. Adayla ortak bir dünyayı paylaşabileceğini hissetmesi gerekir.
Biraz önce yukarıda da bahsettiğimiz üzere Başbakan Davutoğlu, başa geldiği
günden itibaren seçmenle ortak bir dil kurabilmiş midir? Hakkında çok az
bilgiye sahip AKP seçmeni ile Davutoğlu arasında duygusal bir bağ oluşabildi mi?
AKP’nin 3. dönem kuralı çerçevesinde önde gelen birçok
AKP’li siyasetçi elendiği için seçmenlerin daha önce empati kuruduğu birçok
isim de bugün meydanlarda değil. Dolayısı ile AKP’ye daha önce oy veren
seçmenin bugün ciddi anlamda bir empati problemi yaşadığı gerçek.
Erdoğan’ın da sürekli meydanlarda boy göstermesi aslında bu
empati açığını kapatabilmek için bir taktik. Ama bu da yazının başında
bahsettiğimiz iki başlılık ve mesaj karışıklığı konusuna bizi geri götürüyor.
CHP’nin ise bu seçimlerde lider ve seçmen arasındaki empati
önemini kavradığını, daha önce hiç başvurmadığı söylemler kullanmaya
başladığını görüyoruz. Kılıçdaroğlu için yapılan Anadolu’nun Kemal’i
belgeselinin, Kılıçdaroğlu’nun seçmenin bilmediği hayatını anlatabilmek için
kurgulandığı açıkça anlaşılıyor.
Kılıçdaroğlu’nun miting meydanlarında da annesinin,
ablalarının okuma-yazma bilmediğini anlatması, çocuklarının malı-mülkü
olmadığını söylemesinin ve üzerine basarak “ben sizden biriyim” vurgusu
yapmasının altında da seçmenle ve parti gönüllüleriyle empati yakalama
isteğinden kaynaklanıyor.
3. şahıslar, bağımsız kurumlar, STK’lar nerede?
partiler ve liderler yerine, 3. şahıslar üzerinden verilen
mesajların büyük etkisi olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz her seçimde AKP adına
ilan veren Hukuki Araştırmalar Derneği gibi dernekler AKP’nin mesajlarını 3.
ağızdan pekiştiriyordu. AKP bu seçim döneminde bu tarz desteğe ihtiyaç
hissetmiyor mu?
AKP daha önceki seçim kampanyalarında gösterdiği mesaj
stratejisinden ilk kez çıkarak seçmenin kafasını karıştıracak bir takım
değişiklikler yapılıyor. Bu açıdan baktığımızda AKP’in bugünkü mesajları bize
“eski muhalefet” anlayışını hatırlatıyor diyebiliriz.
Tersine dönen mesajlar; Korku mu vaat mi?
2002 seçim kampanyasından başlayarak karşılaştırmalı bir mesaj
analizi yapacak olursak, AKP kampanyaları vaat ve gelecek üzerine kurulu iken,
muhalefet partilerinin çoğunlukla korku üzerine kurulu mesajlar verdiklerini
söyleyebiliriz.
Bugüne kadar, bir gelecek hayali çizen AKP’nin karşısında,
AKP’nin vaatlerinin gerçekçi olmadığını, bir dönem daha AKP hükümeti ile
geçirilmesinin tehlikelerini anlatan bir muhalefet olduğunu söylemek mümkün.
Oysa bu seçim döneminde hükümet ve muhalefetin mesajlarının yer değiştirdiğini
söyleyebiliriz.
Yapıcı söylem bitti...
Ekonomik söylemlerle ilk atağını yapan CHP’nin karşısında
CHP’nin bu vaatleri gerçekleştiremeyeceğini anlatan, çözüm süreci ve demokrasi
söylemleri ile ön plana çıkmaya çalışan HDP’nin karşısında AKP tek başına
iktidar olamazsa çözüm sürecinin zora gireceği korkusunu vermeye çalışan bir
AKP görüyoruz.
Oysa seçmen uzun zamandır muhalefetin korku ve negatiflik
üzerine kurulu, iktidarın ise vaatler ve gelecek üzerine kurulu söylemlerine
alışık. Şimdi ise muhalefet partilerinin geleceğe yönelik söylemleri karşısında,
bu vaatlerin gerçekleşemeyeceğini anlatan, korku salan bir AKP görüyoruz.
Bir zamanların ekonomik kalkınmayı, Avrupa Birliği’ne tam
üyeliği, sosyal adaleti savunan AKP’sinin yerine, daha çok negatif bir söylem
kullanan, yapıcı olmaktan çok uzak bir AKP var seçmenin karşısında. Bu durum
AKP’nin kendi stratejilerine ters düşüyor ve seçmenin kafasını karıştırıyor.
İcraat söylemi heyecanını kaybetmiş olabilir mi?
Muhalefet partilerin mesajlarına baktığımız zaman bir vaat
listesi çıkıyor önümüze. AKP’nin geçmiş dönem icraatleri büyük önem taşıyor
olsa da, her seçim dönemi benzer icraatleri duyan seçmen artık bunları
kanıksamış, kafasında normalleştirmiş, hatta hayatına geçirmiş ve bu nedenle bu
icraateleri duymak eski heyecanını kaybetmiş olabilir mi?
Bu noktada AKP’nin aradığı seçmenin sadakat duygusuna
seslenmek olabilir mi?
Mesajlarda Karışıklık: Türkiye küçük mü değil mi?
Siyasal iletişim başarısının temel taşlarından biri kampanya
mesajında tutarlı olmaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin geçmiş seçim
stratejileri bir temel mesaja dayanır: İcraatleri teker teker anlatmak ve bu
geçmiş referans üzerinden vaatlerin devamı için oy istemek. Bir yandan
icraatler teker teker hatırlatan, bir yandan muhalefetin asgari maaş artışı,
emekli ikramiyesi gibi aslında son derece basit gözüken ekonomik söylemlerinin
yapılamayacağını anlatan, öte yandan dünyanın en büyük havaalanı inşaatı,
İstanbul’a 3. Köprü, kanal projeleri gibi dev projeler gerçekleştirmekten
bahseden AKP’nin kendi mesajlarında çelişki yarattığı aşikâr.
Seçmenin kafasında oluşturulmak istenen Türkiye algısı
nedir? AKP hükümet döneminde Türkiye’yi nereye getirmiştir? Mitinglerde hem
Davutoğlu’nun hem de Erdoğan’ın bahsettiği gibi Marmaray’ı yapan, denizin
üzerinde havaalanı inşa eden büyük Türkiye mi olmuştur, yoksa emeklisine 2 maaş
ikramiye bile veremeyecek bir Türkiye mi? 3. Havaalanı inşaatına giren Türkiye
neden ve nasıl asgari ücreti yükseltemeyecektir? Bu sorular seçmende kafa
karışıklığına neden olmaktadır.
İki başlı dev olur mu? İstikrar mı değişim mi?
Uzun yıllar AKP söyleminin büyük bir parçasını “istikrar”
kavramı oluşturuyordu. hizmetlerin devamı için istikrarın gerekliliği, tek
parti hükümeti ile sağlanacak istikrarın gerekliliği, varolan düzenin korunması
için istikrarın gerekliliği. Bu seçim döneminde ise bu temel söylemde de büyük
bir sapma gördüğümüzü söyleyebiliriz.
Öncelikle Davutoğlu’nun öncülüğünde yürütülen AKP kampanyası
eski stratejinin devamı.. Geçmiş AKP dönemine verilen referanslar, il bazında
yapılan tek tek icraat dökümleri bu dönemde de mevcut. Bu noktada geçmiş
kampanyaların bir tekrarını gördüğümüzü söylemek mümkün.
Kampanyanın diğer ayağını büyük bir hızla yürüten
Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim meydanlarında bir yandan geçmiş başarılarından
bahsederken bir yandan da yepyeni bir söylem kullanıyor aslında. “İstikrar”
yerine “değişim”.
Erdoğan’ın bahsettiği Başkanlık sistemi, başlı başına bir
değişim öngörüyor ve bu daha önce AKP seçmeninin de duymadığı bir söylem. 2002
yılından itibaren hükümette bulunan ve tüm seçim kampanyalarında kullanılan
istikrar söyleminin aksine, bu sefer değişim öngörülüyor. Bu da bir mesaj
karışıklığı yaratıyor.
AKP’ye oy veren seçmen Davutoğlu’nun bahsettiği istikrara mı
oy verecek, yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği büyük değişime mi?
Partinin dilinden düşürmediği “Yeni Türkiye” içerisinde Davutoğlu’nun yeri ne
olacak? Hatta AKP’nin parti olarak yerinin ne olacağı da meçhul. Liderin oy
vermede etkisi tartışılmaz; ama unutmamak gerekiyor ki parti için oy veren
seçmen sayısı da az değil. AKP’ye parti olarak oy vermiş seçmen bu yeni, tam
olarak ne olduğunu bilmediği sistemde partisinin akıbetini merak etmiyor mu?
İki lider olur mu?
Tüm bu mesajların karışmasının temel nedenlerinden birinin
AKP’nin kampanyasının iki ayaklı oluşu olduğunu söyleyebilir miyiz? Seçim
kampanyaları süresince parti lideri büyük bir önem taşır. Seçmen onun etrafında
kilitlenir. Kampanyanın lokomotifidir lider…
AKP seçmeni kafasında varolan ana lider Erdoğan iken,
Davutoğlu’nun verdiği mesajların inandırıcı, sürekleyici olması mümkün mü? Bu
durum birinci yazıda da bahsettiğimiz kampanyanın iki başlı olmasına neden
olarak seçmenin kafasında karışık yaratmıyor mu? Ya da Jacques Seguela’nın
dediği gibi hikayenin kahramanını seçmen nezdinde karıştırmıyor mu?
Kararsızlık belirleyici olur mu?
Kampanyada başarıyı yakalamak ancak partinin değerlerinin ve
inandıklarının, seçmenin talepleri ve görüşleriyle birleşmesiyle mümkündür. Bu
birleşimi yapmak da doğru konulara odaklanmakla, doğru mesajları verebilmekle
mümkün olacaktır.
En doğru soruları sorup, insanların aklındakileri tüm
açıklığıyla anlayabilme, akılları kurcalayan en derin endişelere, en mikro soru
işaretlerine inebildiğiniz ölçüde mesajların oluşumu sağlıklı olacaktır.
Unutmamak gerekiyor ki seçmenin size verdiği mesajı anlayamıyorsanız,
istediğiniz kadar sayılara bakarak analiz yapın, zamanınızın gerisinde
kalırsınız.
9-12 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen Avrupa
Siyasi Danışmanlar Derneği’nin konferansına katılan birçok ünlü kampanya uzmanı
kararsız seçmenlerin karar verme süreci ile ilgili farklı düşünceler
paylaştılar.
Konferansa katılan AKP’nin kampanya direktörü Erol Olçok
Türkiye’deki seçim kampanyalarında son 30 günün önemli olduğunu, özellikle de
son 10 gün belirleyici olduğunu söylerken son 10 gün için özel bir kampanya
kurguladıklarının sinyalini de veriyordu. Bahsi geçen çalışmanın kararsız
seçmen üzerinde nasıl bir etkisi olacağını çok kısa bir süre sonunda
göreceğiz.
Son 10 günlük çok kritik bir sürece giriyoruz. Kararsız
seçmenler sadece AKP’li değil, tüm seçmen gruplarında, nedenleri farklı olsa
da, mevcut. Bu süreçte partiler son kozlarını oynayacak ve kararsız seçmenler
bir noktada kararlarını vererek aslında seçimin kaderini belirleyecekler.
kısacası, kararsız seçmen, seçimin sonucunu belirleyecek.
*28 Mayıs 2015 tarihinde T24 internet sitesinde aynı başlıkla yayınlanmıştır.
İlgili link: http://t24.com.tr/yazarlar/dr-gulfem-saydan/akp-secmeni-neden-hala-kararsiz,11989
*28 Mayıs 2015 tarihinde T24 internet sitesinde aynı başlıkla yayınlanmıştır.
İlgili link: http://t24.com.tr/yazarlar/dr-gulfem-saydan/akp-secmeni-neden-hala-kararsiz,11989
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder